tag:blogger.com,1999:blog-993183153275933432024-03-20T02:59:59.013-07:00Baytatil Gezi BloguMehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.comBlogger27125tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-26713790329927643442021-04-28T01:36:00.001-07:002021-04-28T01:36:39.278-07:00Urfa Hakkında Kısa Bilgiler 3<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh_KHFl4XZHNErLybB7Lp6iJ5MRn0FS9H-e5lEuNSkNttP5RFS6ufSzIQCvO5lSuZW9_P2TXft481C7zSlnwtxs-pBVvnQymW5wlCSG1rg819TUAHLWboA13NbiuqcLFH7Wva8RRPuboJhG/s2048/harran+ulucamii.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2048" data-original-width="1448" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh_KHFl4XZHNErLybB7Lp6iJ5MRn0FS9H-e5lEuNSkNttP5RFS6ufSzIQCvO5lSuZW9_P2TXft481C7zSlnwtxs-pBVvnQymW5wlCSG1rg819TUAHLWboA13NbiuqcLFH7Wva8RRPuboJhG/s320/harran+ulucamii.png" /></a></div><p class="MsoNormal">Harran Ulu Camii<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">8.yy. da son Emevi Halifesi 2.Mervan yaptırır, adı ‘Cami el
Firdevs’(Cennet Camii)olarak geçer kaynaklarda. Doğu cephesi kısmen ayaktadır, kare
planlı caminin üç aşamada yapıldığı tahmin ediliyor, yani zamanla büyütülmüş. Emevi
Dönemi’ne ait asma, üzüm dalları ile süslü muhteşem sütunlar varmış, iki tanesi
bugün Urfa Müzesi’ndedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Harran gezisini bitirdikten sonra kümbet evde bir mırra molası.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Adı Arapça acı anlamına gelen ‘mur’ sözcüğünden türetilmiş olan
mırra, yapımı oldukça zahmetli bir içecektir.1kg. Kahve çekirdeğinden sadece 4
lt. mırra elde edildiğinden ve yapması emek istediğinden ağa içeceği olarak
geçer, halk sadece özel günlerde hazırlar. Çiğ çekirdek tavada kavrulur, ağaç
dibekte dövülür. Dövülmüş kahve çekirdekleri suda uzun süre köpüklenerek
telvesi ayrılana kadar kaynatılır. Telvenin üzerinde kalın bir sıvı oluşur buna
şerbet denir, bu sıvı mutbak adlı bir kaba boşaltılır ve yeniden kaynatılır, üzerine
tekrar bol miktarda dövülmüş kahve ve su eklenip kaynatılır. Tekrar şerbet
süzülür ve başka bir mutbağa boşaltır. Hazır hale gelen mırra soğuduktan sonra
uzun süre saklanabilir, içilecek miktar ısıtılarak ikram edilir. Bu zorlu işlem
beş-altı defa tekrarlanır, kaynatma işlemi ise altı-yedi saat sürer. İkram iki kulpsuz
fincanla, büyükten küçüğe yapılır. Fincana önce bir yudumluk mırra doldurulur, içtikten
sonra tekrar aynı miktarda kahve ikram edilir, misafir ikinciyi de içtikten
sonra fincanı kahveciye geri verir, o da fincanı bir peçete ile siler ve bir
sonraki konuğa aynı fincanla ikrama devam eder. Eski geleneklerde mırrayı
içtikten sonra fincanı yere bırakmak ayıp olarak algılanırdı, eğer bu hatayı yaparsan
ikram eden bekarsa evlendirirsin değilse fincanı altınla doldurursun.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Şekersiz içilen mırra acı bir kahve olmasıyla taziyelerde
ikram edilir ve içenler acınızı paylaşıyoruz demiş olur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Harran’da rengarenk giysileriyle kadın ve erkekleri
görürsünüz ve sizlerde bu kıyafetlerden giyinip fotoğraf çektirebilirsiniz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Erkekler, genelde beyaz renkte fistan denen bir elbise ve
altına şalvar, üzerine kahverengi, siyah yada krem rengi cüppeye benzer bir aba
giyerler. Başlarına neçek denen beyaz yada siyah-beyaz kareli bir tülbent ile
üstüne ıgal denen bakır tel ve deve yününden bir taç takarlar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kadınlar, fistan denilen ince, uzun kollu bir elbise ve
üzerine zıbın denilen önden açılıp kapanan ikinci bir elbise giyerler, bellerine
kemer takarlar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yörede belli bir yaşın üzerindeki kadınlarda <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>dakk, dekk denilen bir dövme ile
karşılaşırız. Özellikle alt dudak, çene bölgesine yaygın yapılır. Anne sütü, is
ve hayvan ödünden bir karışım hazırlanarak yapılır, eskiler kız çocuğu doğuran
annenin sütünün mavi renk verdiği için daha özel olduğunu söylerler.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal">Arzu Öztürk</p><p class="MsoNormal">Yun/İng Rehber</p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-84522810438984661662021-04-24T10:45:00.000-07:002021-04-24T10:45:17.261-07:00Urfa Hakkında Kısa Bilgiler 2<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipDqj09t07rWBXDfpzqFn4KUz712DpxUSfLOb6QL9O16KdLG1fJHGLVe-cE7IZKvbeEI9eVLwatDClFW1fUL0RhGvEFX5IHIM6g7hNAtOUpcaRFp50WQsorDLTNBXLUvW1vjteLGz-HaLg/s1200/Urfa+Hakk%25C4%25B1nda+2.B%25C3%25B6l%25C3%25BCm.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="799" data-original-width="1200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipDqj09t07rWBXDfpzqFn4KUz712DpxUSfLOb6QL9O16KdLG1fJHGLVe-cE7IZKvbeEI9eVLwatDClFW1fUL0RhGvEFX5IHIM6g7hNAtOUpcaRFp50WQsorDLTNBXLUvW1vjteLGz-HaLg/s320/Urfa+Hakk%25C4%25B1nda+2.B%25C3%25B6l%25C3%25BCm.png" width="320" /></a></div><p class="MsoNormal"><span></span></p><p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: helvetica;">Harran… <o:p></o:p></span></b></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Zamanında ana yolların birleşme noktasında, ticaret
hayatının yoğun olduğu, kapalı çarşılarla dolu, zengin bir yerleşim yeriymiş. Akadca
metinlerde<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Har-ra-na olarak geçer, anlamı;
seyahat, kervan, kesişen yollardır. Akdeniz’i Pers topraklarına bağlayan bir
konumdadır. Yaklaşık 4300 yıldır adı değişmemiştir. Hitit tabletlerinde, Hititler
ile Mitanniler arasında yapılan bir anlaşmada Harran adı geçer. “Bu antlaşmaya
Harran’daki Ay(Sin) ve Güneş Tanrısı şahit olsun…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Urfa Devletinin Hristiyanlığı kabul ettiği dönemden çok daha
ileriki zamanlarda Harran’da putperestlik devam etmiştir. Harran Sabiizmin
merkezidir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Zamanında Daysan ve Cüllab nehirleri arasında, bereketli
topraklara sahip bir yer olan Harran zamanla bu ırmakların kurumasıyla zor
günler geçirir. Yeniden canlanması GAP Projesi ile olur. Bugün ağırlıklı olarak
pamuk (%70) tarımı yapılmaktadır, pamuğu %15 buğday ve %15 mısır tarımı izler. Harran
bereketli günlerinde pamuklarının kalitesi ve tartı aletlerinin ünü ile
anılırmış. Bugünde bölge ekonomisi pamuğa dayalıdır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: helvetica;">Kümbet Evleri<o:p></o:p></span></b></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Dünyada çok özel bir mimariye sahip olan evler Harran’ın
simgesidir.100-150 yıllık evler, kare planlı birimlerin bir araya
getirilmesiyle ihtiyaçlar doğrultusunda genişletilebilecek şekildedir. Evler
tarihi kentin yıkılmış yapılarından toplanan taş ve tuğlalar ile toprak sıvadan
yapılmıştır. Kubbeler beden duvarının üstüne örülen bir kasnak üzerine bindirme
tekniği ile tuğlalardan örülerek yapılır. Antik şehirden çıkan tuğlalar pişmiş
topraktan olduğu için çok dayanıklıdır. Kubbe kısmında en tepede hava
sirkülasyonu ve aydınlık için bir delik bırakılır. Ama bu açıklık yağmur
girmeyecek şekilde ters v şeklinde 2 tuğla ile örülür. Evler dıştan elle
uygulanan bir sıva ile kaplıdır, içtede sıva belli bir yüksekliğe kadar
yapılır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">1979 yılında Sit Alanı ilan edilir. Bu tarihten sonra antik
şehirden malzeme almak yasaklanınca yeni ev yapımında doğal olarak son bulur. Harranlılar
da beton evlerde yaşamaya başlarlar, sur dışında yeni mahalleler oluşur. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Arzu Öztürk</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Yun/İng Rehber</span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: helvetica;"><br /></span></div><br /><p></p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-28101905982356610672021-04-18T08:10:00.001-07:002021-04-21T03:00:13.533-07:00Urfa Hakkında Kısa Bilgiler<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEsL_t43uHGwO_P-aRHDCC0TfGGGve9ao7lRiLmu8xCoEPzUboIC9cBRlIQlzcbj3z3VhFbD3O7dyGU7lRFb7zD1CCWNp86sOntXd2nEV7T0I_inTNGloFb6uf9i5onFkhl-hOq1QlUJaG/s2048/Urfa+Hakk%25C4%25B1nda.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1536" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEsL_t43uHGwO_P-aRHDCC0TfGGGve9ao7lRiLmu8xCoEPzUboIC9cBRlIQlzcbj3z3VhFbD3O7dyGU7lRFb7zD1CCWNp86sOntXd2nEV7T0I_inTNGloFb6uf9i5onFkhl-hOq1QlUJaG/s320/Urfa+Hakk%25C4%25B1nda.png" width="320" /></a></div><br /><p></p><p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: helvetica;">Güneydoğu Bölgesi’nin
Kültür başkenti Urfa<o:p></o:p></span></b></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Tarih boyunca Edessa, Ruha, Urha olarak anılmış. Edessa
adını Büyük İskender vermiş, doğduğu şehrin adından dolayı. Urha, Süryanice
‘sulak yer’ demek. Araplarda Ruha olarak anılmış. GAP Projesi ile yeniden hayat
bulmuş. Güneydoğu Torosların orta kısmının güney eteklerinde, Kuzey
Mezopotamya’da yer alır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Şehir merkezinde İbrahim Peygamber’in doğduğu mağara, Urfa
Kalesi, Balıklı Göl, Arkeoloji ve Mozaik Müzesi, Tarihi Hanları ile sizi
bekleyen Urfa’nın çevresinde de çok özel tarihi yerler bulunmaktadır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: helvetica;">Soğmatar<o:p></o:p></span></b></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Suk, çarşı ve matar, yağmur sözcüklerinin birleşmesinden
gelir adı. Yeni yerleşimin adı da Yağmurlu ’dur.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">20.yy. ın başlarında, arkeoloji ’ye meraklı, Fransa’nın
Bağdat Konsolusu Henri <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Pognon köye giriş
yolunun sağında dağa oyulmuş, üç tarafında insan boyutunda kabartmalar ve
Süryanice yazılar bulunan bir mağara keşfetmiş, mağarada Onun adıyla anılır, Pognon
Mağarası. Soğmatar da Harran gibi Sin’in merkezlerindendir ve M.S.2.yy. da olsa
Sin Kültürünün somut kalıntılarını barındırması ile çok önemlidir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Üstünde sunak yeri bulunan ve Kutsal Tepe diye anılan yerin
çevresinde dokuz tepe daha vardır. Bu tepelerin giriş yerlerinin hepsinin
Kutsal Tepe’ye bakması<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>belki de <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>gezegenler, ay ve güneşi temsil eden bir
düzenlemedir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: helvetica;">Şuayip Antik Şehri<o:p></o:p></span></b></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Yüzlerce yeraltı mağarası ve Roma-Bizans kalıntıları
bulunuyor. Şuayip Peygamber buraya geldi mi bilinmez ama mağaralardan biri Onun
Makamı olarak ziyaret edilir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: helvetica;">Han El-Ba’rur
Kervansarayı<o:p></o:p></span></b></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Tek Tek Dağları yakınında, Harran –Bağdat yolu üzerinde yer
alır.13.yy. Eyyubi Döneminde inşa edilen kervansaray yazlık kışlık bölümleri, hamamı
ile Selçuklu Kervansaraylarının tüm özelliklerini taşır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;"><br /></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Arzu Öztürk</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: helvetica;">Yun/İng Rehber</span></p>
<p class="MsoNormal"><o:p><span style="font-family: helvetica;"> </span></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p><span style="font-family: helvetica;"> </span></o:p></p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-38956638826253317102021-04-11T00:58:00.012-07:002021-04-14T23:23:32.649-07:00Eski Türklerde Defin Ritüelleri<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl_eR0g0cLfcQCHae4aSgBWtdi59xacMKxpVMT8yWeO16fzsVbZom6muQveCaiWESEfyS1Li7DVYodZyetJF1nZUKVZMfIKFAStrNC25sZfPQYLriYxum3gq5OosdBoGngvuBQpyYGPM_c/s2048/tyrel-johnson-EB2vGi0kCJk-unsplash.jpg" style="font-family: Arial; font-size: 14.6667px; margin-left: 1em; margin-right: 1em; white-space: pre-wrap;"><img border="0" data-original-height="2048" data-original-width="1365" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl_eR0g0cLfcQCHae4aSgBWtdi59xacMKxpVMT8yWeO16fzsVbZom6muQveCaiWESEfyS1Li7DVYodZyetJF1nZUKVZMfIKFAStrNC25sZfPQYLriYxum3gq5OosdBoGngvuBQpyYGPM_c/s320/tyrel-johnson-EB2vGi0kCJk-unsplash.jpg" /></a></div><p></p><p><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; white-space: pre-wrap;">Insanların inançları ile paralel ölüm merasimleri ve bu merasimlerin etrafında şekillenen defin, yas ve anma törenleri gelişmiştir.Eski Türklerde öldü demek için ‘ kergek oldu ‘ ‘gerekenle buluştu’ deyimleri kullanılmış. Göktürkler'de ‘uçarak gitme’ ruhun uçup tanrı katına gittiğine karşılık geliyordu Ayrıca bedeni terk eden ruhun ağızdan çıkarken kuşa dönüştüğüne inanılırdı.Eski Türklerde üç tip ölü gömme görüyoruz :</span></p><span id="docs-internal-guid-bb7ec821-7fff-60fd-928a-65176940cff7"><span style="font-family: helvetica;"><br /></span><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Toprağa gömülme;en sık olanıdır.Sırtında elbisesi olur ve silahları, şahsi eşyalarıyla beraber gömülürdü.Ölü ev şeklinde açılan bir mezara konur, eline içki dolu (olasılıkla kımız) bir çanak verilirdi.Mezarlar kurgan olarak anılıyor ve kurganlar daha çok statü bakımında ön planda olan şahıslar için hazırlanıyordu.</span></p><span style="font-family: helvetica;"><br /></span><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> Kırgızların Manas Destanı'nda Han Köketay’ın cenaze töreni şöyle anlatılır:</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">"Ey benim Ulusum,gözlerim yumulduğu zaman, vücudumu kımızla yıkayın, etimi kılıçla kemiklerinden sıyırın, kemiklerime zırhımı giydirip, deri ile sarın. Dörtyolun ağzındaki türbem mavi göğe benzer mavi kubbeli, aya benzer bir yapı olsun."</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> Toprak kutsal sayıldığı için toprağa gömme daha yaygındır.Şaman Türkler, zayıf çocukları güçlensinler diye toprağa bastırırlarmış.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> Türklerde savaşta ölmek büyük şerefken hastalık ya da yaşlılıktan ölmek makbul görülmemektedir.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Mezarlar dağlık ve ormanlık alanlar ve akarsu vadilerine yapılırdı. Marco Polo büyük Tatar hanları ve soylularını 100 günlük mesafede dahi olsa Altay Dağı’na gömdüklerini söyler. Yüksek dağın nedeni Tanrı’nın gökyüzünde yaşıyor olması ve böylelikle ona daha yakın olmak isteğidir.Her boyun ve ovanın kendine ayrılmış kutsal dağı olurdu.</span></p><span style="font-family: helvetica;"><br /></span><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Suya gömülmedede suyun günahları temizlediği inancı yatmaktadır. Atilla'nın da bir ırmağa gömüldüğü rivayet edilir.</span><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; white-space: pre-wrap;"> Yakılma ;daha seyrektir.Burada da ateşin ölüm ve ölenin etrafta bıraktığı kötü etkiye kaldırdığı inancı yatar. İran'da ateşe tapılırken Göktürkler'de ateş bir çeşit büyüydü;i kötülüklerden arındıran ,kötü ruhları kovan..</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Cesedin terk edilmesi;bu yöntemde ölü ,ağaçlar üzerine ya da yere çakılmış kazıklar üzerinde bir tabut içinde bırakılırdı.Bunda da ölümden kaçma uzaklaşma fikri yatar. </span><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Defin işlemi her zaman yapılmaz yılın belli dönemlerinde olurdu.İlkbaharda ölenler sonbaharda, kışın ölenler ise ilkbaharda defnedilirdi.Bu bekleme sürecinde ölüye mumyalama işlemi yapılırdı. Ölünün arkasından kurbanlar kesilir ve çadırın önüne bırakılırdı. Bazen ölünün akrabalarının yüzlerini keserek ağladıkları da olurdu ,yine saç ve sakal kesmek geleneği de oldukça yaygındı, ölen kişinin eşinin ve çocuklarının saçlarını örüp kesip mezarın içine bıraktıkları da bilinmektedir.Birçok kültürde olduğu gibi Türklerde de yas tutan kişiler genellikle siyah bazen de mavi renk giyinirlerdi.Yine ölümden sonraki hayatın ters olduğunu düşünen Türkler özellikle Kırgızlar ,mezara bırakılan ölünün atının üzerindeki eyer de ters giydirilirdi. Bu yüzden cenaze törenlerini akşam ya da gece yaparlardı ki öteki dünyada gündüz olsun diye.Kurganlardan çıkarılan at cesetlerinin de kuyruklarının örgülü olması ölen kişinin savaşçı ve yiğit bir insan olması anlamına geliyordu.Ölüyü eşyaları ile gömdükleri gibi atlarıda eyerleri ve koşum takımları ile birlikte gömmüşler.Eski Türklerde kurban geleneği; kanlı kurban ve kansız kurban olarak iki çeşittir.Kansız kurbanda hayvan en az kanı akıtılacak şekilde kurban edilirdi ,örneğin atların kafalarına sert bir cisimle vurularak kurban edilmeleri gibi..Kurganlarda yapılan kazılarda bazı atların yüzünde maske olduğu görülmüştür ,bu Çin'de yaygın olan bir gelenektir ve Türklerde onlardan etkilenmiş olmalıdır. Yine kazılarda kırmızı renkte aşı boyasının ölüye sürüldüğü görülmüştür, kırmızı kanı temsil ediyor ve dirilmenin de hayat sıvısı olan kandan gerçekleşeceği düşüncesiyle ölülerin yüzleri boyanmıştır.</span><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Cenaze törenleri yuğ ve yağ olarak adlandırılırdı.</span><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; white-space: pre-wrap;">Savaşçı bir toplum yapısına sahip olan Türkler savaşta öldürdükleri düşman sayısı kadar mezarlarına Balbal adı verilen heykeller dikmişlerdir.Bu ölümden sonra düşmanlarının kendilerine hizmet edeceği düşüncesinden geliyordu.Bu heykeller kabaca yontulmuş ,belden yukarısı tasvir edilmiş, çoğu zaman elleri önlerinde birleşmiş vaziyette betimlenmiştir.Başlangıçta taştan yapılan heykeller ve balballar 6.yüzyıldan itibaren yaygın olarak görülmeye başlamıştır ,13. Yüzyıldan sonra ise ağaçtan yapılmaya başlanmıştır.</span></p><div><span style="font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span style="font-family: helvetica;"><br /></span><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline;">Balballardan farklı olarak ‘taş baba’ ve ‘taş nine’ diye adlandırılan ve mezardaki ölüyü temsil eden taş heykellerde yapılmıştır.Bunlarda tüm uzuvlar belirgin ve detaylı şekilde tasvir edilmiştir. Bu gelenek 20. yüzyılda Anadolu’nun bazı bölgelerinde de devam etmiştir. Kayseri, Çıldır, Ardahan bölgesindeki Sünni mezarları ve Mersin bölgesinde Tahtacı Türkmenleri ait olan alevi mezarlarında bu taş heykellerin örnekleri mevcuttur.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline;">İslamiyeti kabul eden ilk Türk Devleti Karahanlılar döneminden itibaren türbe adı verilen mezar anıtları yapılmaya başlanmıştır.Bu gelenek Gazneli,Büyük Selçuklu ile devam etmiş türbe,kümbet olarak adlandırılmıştır.Anadolu Selçuklularında taş baba,taş nine geleneği sürmekle beraber figürlü mezar taşlarıda yapılmıştır.(Örnekleri Konya İnce Minareli Medrese’de vardır.)</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline;"> </span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline;">Arzu Öztürk</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: helvetica; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline;">Yun/İng Rehber</span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: helvetica;"><br /></span></div><span style="font-family: helvetica;"><br /></span></div><br /></span><p></p></div></span>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-58058362029709186852021-04-07T05:28:00.001-07:002021-04-07T05:28:17.054-07:00Antik Tiyatronun Doğuşu<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDsjIen3M79aLg1CIfdvUQdDiVIISSK3C5dSkv9h6LPROfq25xF1lKQXsNKdmnx8wnP_tWKgr-QU5j5gaoRLrOMSStHbAseTaV3vdnuxdKxLHd2Zled_795VCCwZ2bPTWw1whxce-Z2vQT/s750/9033641A-6D98-4734-8A94-0604CDE083D5.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="390" data-original-width="750" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDsjIen3M79aLg1CIfdvUQdDiVIISSK3C5dSkv9h6LPROfq25xF1lKQXsNKdmnx8wnP_tWKgr-QU5j5gaoRLrOMSStHbAseTaV3vdnuxdKxLHd2Zled_795VCCwZ2bPTWw1whxce-Z2vQT/s320/9033641A-6D98-4734-8A94-0604CDE083D5.jpeg" width="320" /></a></div><br /><p><br /></p><p style="font-size: 18px; line-height: 21.600000381469727px; margin-bottom: 0px; margin-top: 0px;"><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Tiyatronun doğuşu </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Dionysos</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> Şenlikleriyle </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">ilişkilidir,o</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> yüzden başlangıçta oyun yerinin ortasında </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Dionysos</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> için bir sunak </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">olurdu.Seyirciler</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> başlangıçta tahta sıralarda otururlardı sonra bir kaza olur tahta sıralar çökünce sıraları taştan </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">yaparlar.Oyun</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">yerinin arkasında üst değiştirmek için önce tente sonra çadır en sonunda da ahşap kulübeleri </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">kullanmışlar.Sahne</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> binası önce tek sonra çift katlı </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">yapılmıştır.</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Yıldırım,gök</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> gürültüsü veren makineler </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">vardı,oyun</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> yerinin altına inen basamaklar </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">olurdu;buradan</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> hayaletler ya da yer altı tanrıları </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">çıkardı.Ruhları</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> yeryüzüne çıkaran ilkel bir </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">asasnsörde</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">kullanmışlardır.</span></p><p style="font-size: 18px; line-height: 21.600000381469727px; margin-bottom: 0px; margin-top: 0px;"><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Oyunlar </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">kişilerini efsane kahramanlardan </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">alırlardı.Eski</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Yunan’da izleyici dinsel bir tören izler gibi tragedya temsillerine </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">giderdi.Temsillerle</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> devlet </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">ilgileniyor,giderleri</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">zengin yurttaşlara ödetilerek kamu hizmeti </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">yapılıyordu.Koronun</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> bulunduğu ve oyuncuların tiratlarını okuduğu yer olan ‘</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">orkhestra’adı</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> Yunanca dans etmek fiilinden geliyordu.</span></p><p style="font-size: 18px; line-height: 21.600000381469727px; margin-bottom: 0px; margin-top: 0px;"><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Tragedya ve </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Komedia’larda</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> lir yada çift flüt </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">çalınırdı,müziğin</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">sesi yüksek olmaz sözleri bastırmazdı ama çok önemli bir </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">unsurdu,dans</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> ise modern danslardan </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">farklı,anlatımsaldı,ayaklardan</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> çok eller hareket ediyordu.</span></p><p style="font-size: 18px; line-height: 21.600000381469727px; margin-bottom: 0px; margin-top: 0px;"><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Oyuncu sayısı başlangıçta 1 </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">kişiydi,O</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> da ozanın </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">kendisi,Aiskhylos</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> ile 2 </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">oldu,Sophokles</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> ile de 3.Ama bir oyuncu kılık değiştirerek birden fazla role </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">çıkabilirdi.Oyuncular</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> maske </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">takardı,gösterişli</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> giysiler ve yüksek ayakkabılar </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">giyerlerdi.Kadın</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> rollerine uygun makyaj ile erkekler çıkardı.</span></p><p style="font-size: 18px; line-height: 21.600000381469727px; margin-bottom: 0px; margin-top: 0px;"><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Koro </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Sophokles</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> ile 15 kişi </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">olur.Komedia</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> da koro sayısı 24.Koroda </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">maskeli,dizilişleri</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> dikdörtgen </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">şeklinde,şarkı</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">söylüyorlar ve dans </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">ediyorlar.</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Şarkıyı</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> koro söyler oyuncular söylemez.</span></p><p style="font-size: 18px; line-height: 21.600000381469727px; margin-bottom: 0px; margin-top: 0px;"><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Oyunlara giriş </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">ücretsizdi,sonradan</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> çok az bir ücret konmuşsa da yoksul yurttaşların giriş ücreti devlet tarafından </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">karşılanmış.Temsiller</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Dionysos</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> bayramlarında </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">oynanırdı.Temsillerden</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> sonra 10 kişilik bir komisyon </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">kurulur,ozan</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> ve baş rol için </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">ödül;sarmaşıktan</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> örülme bir taçtır</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">…</span></p><p style="font-size: 18px; line-height: 21.600000381469727px; margin-bottom: 0px; margin-top: 0px;"><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Anadolu,birbirinden</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> özel pek çok antik çağ tiyatro binasını </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">barındırıyor.Bunları</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> görmeden önce belki biraz </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">komedia,biraz</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">tragedya örnekleri okumak anlamlı olur</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">..</span></p><p style="font-size: 18px; line-height: 21.600000381469727px; margin-bottom: 0px; margin-top: 0px;"><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Acıların Ozanı </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Sophokles’in</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> ‘</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Oidipus</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> Üçlemesi’ ya da </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Komedia’nın</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> Ustası </span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Aristophanes’den</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;"> ‘Bulutlar’</span><span style="line-height: 21.600000381469727px;">….</span></p><p style="font-size: 18px; line-height: 21.600000381469727px; margin-bottom: 0px; margin-top: 0px;"><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Arzu Öztürk </span></p><p style="font-size: 18px; line-height: 21.600000381469727px; margin-bottom: 0px; margin-top: 0px;"><span style="line-height: 21.600000381469727px;">Yun/İng Rehber </span></p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-55853627783637190752021-04-02T11:25:00.000-07:002021-04-02T11:25:00.182-07:00Ehram.. <p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC-Ietw-OeZ9VHfAglyRh8ufrWazAlQivWxetuqM1-vVePh0u78SFw5LXv04MKXok64YwzxS_yK3yU9ouxf-o07u2dElTnKQovRo_Q-TptI72K8RgO9WaPyFsutbVCpz88JiLnqlsrv61K/s1280/nickolas-nikolic-_KCrSolz6FI-unsplash+%25281%2529.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1280" data-original-width="853" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgC-Ietw-OeZ9VHfAglyRh8ufrWazAlQivWxetuqM1-vVePh0u78SFw5LXv04MKXok64YwzxS_yK3yU9ouxf-o07u2dElTnKQovRo_Q-TptI72K8RgO9WaPyFsutbVCpz88JiLnqlsrv61K/s320/nickolas-nikolic-_KCrSolz6FI-unsplash+%25281%2529.jpg" /></a></div><br /> <p></p><p class="MsoNormal">Erzurum ve Bayburt, Türk kültürü açısından önemli dokuma
merkezlerindendir. İhram, ehram, Arapça bir isim olup haram, mahrem gibi
kelimelerden türemiştir. Üzeri örten, mahremlik anlamına gelmektedir. Ana
maddesi saf yün olan ehram; ince eğrilmiş koyunyününden yapılmış düz yüzeyli
bir dokumadır. Dokumanın iki kanadının birleştirilmesinden ehram oluşur. Bir
kanadın eni yaklaşık 90cm. boyu 2.50/2.70 cm. civarındadır. Genellikle koyunyünlerinin
doğal rengidir, siyah, kahverengi ve tonları ile beyaz. Erzurum gibi uzun ve
çok soğuk geçen kış aylarında soğuktan korunmak için yünden dokunan bu
ehramları giymişlerdir. Kültür ve coğrafya ilişkisine güzel bir örnektir bu
dokumalar, hayvancılıkla uğraşan ve kış aylarını çok sert yaşayan bir bölgede
olmaları böyle dokumalara yöneltmiştir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Aba, Erzurum’da giysi anlamında kullanılır, abacı da terzi
anlamına gelir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ehram eskiden Erzurum’da ‘culfa’ (Osmanlıca sözlüklerde, cülah,
çulha sözcükleri çul dokuyun, fakirlerin giydiği kaba kumaşı dokuyan
anlamındadır. Erzurum yerlileri ‘çulha’sözcüğünü ‘culfa’ ya dönüştürmüşler, culfa,el
tezgahında bez dokuyan<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kimse) denilen
dokuyucular tarafından dokunurdu.60-70 yıl öncesine kadar ehramcılık Erzurum’da
özel bir zanaat dalı idi. Bükülmüş ipten dokunmaktadır, ipin ince ve kalın
oluşuna bağlı olarak oran değişebilmektedir zamanlarda mahalle aralarında, kapı
önlerinde elinde ip büken kadınlara çokça rastlanırmış. Ehram ve ipinin
tartılmasında eskiden ‘tuht’diye söylenen ağırlık ölçüsü kullanılmaktaydı. Tuht
3-4 yumurta ağırlığındaki tartı birimidir.6-7 tuhttan bir ehram yapılabilirdi
bu da tahmini 1000 gr gelirdi. Dokunmuş bir ehram 5m.uzunluğunda,90-100cm enindedir.
Ehram ölçülürken ‘halebi’ diye bir ölçü kullanılmaktaydı.1 halebi 75cm.ye
eşitti.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Koyunyünü tokaç yardımıyla yıkanır, tam kurutulmadan yün
çubuğu yardımıyla çırpılır, yün tarağı ile taranırdı. Yörede ‘çiriş’ adı
verilen bitki kurutulup, kireç taşı ile karıştırılarak bir tür bulamaç elde
edilir. Yün iplikler bu bulamaca batırılarak sağlamlaştırılmış olur ve kopmalar
önlenir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ehramda renk çok önemlidir. Açık renk genç kızların, mor, gri
orta yaştaki kadınların, mor-siyah yaşlı kadınların tercih ettiği renklerdi. Koyunun
üzerindeki doğal renklerin yanı sıra köylerde ehram iplikleri ceviz kabuğu, soğan
kabuğu gibi doğal boyalarla da boyanırdı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Dokumaya başlarken ‘haşiye’ denilen kenar bölüm dokunur, bu
bölüm pamuk ipliğinden olur. Ortalama olarak bir ehram 2-3 günde dokunurken iyi
bir dokuyucu bir günde de dokuyabilirdi. Dokuma yapılırken müşterinin isteğine
göre seçtiği nakışlarda dokunurdu.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ehram baştan aşağı örtülürdü, alttaki giysinin üstüne bele
gelen yere bir bel bağı bağlanır ehramda buna sıkıştırılırdı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Son yıllarda ehram dokumacılığını yok olmaya yüz tutmuş
halinden kurtarmak için girişimler olmuştur. En önemlilerinden biri de Prof.
Hüsamettin Koçan başkanlığında Baksı Kültür Sanat Vakfı’nca yürütülen
projelerdir. Yine Erzurum Kız Meslek Lisesi öğrencileri günümüz modasına uygun
tasarımlarla ehrama başka bir işlevsellik kazandırırlar.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Arzu Öztürk<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İngilizce/Yunanca Rehber<o:p></o:p></p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-6932765614890189532021-03-30T11:28:00.000-07:002021-03-31T04:22:36.243-07:00Kayseri’de 4000 yıllık bir ticaret merkezi Kaniş..<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGFnefQSF3ettcX0zev-c2nOPQScLf1aBPz_F5KimqXHoZKJsXuRaFEU6_hC56ydLOVD7vbMPDeViyASRsVGqiM0O-L6yse3gh0gc4aFW2dz0_QoUPOqHV0F1lBqMYDY6earw-MbHyjws6/s1080/kani%25C5%259F.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1080" data-original-width="1000" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGFnefQSF3ettcX0zev-c2nOPQScLf1aBPz_F5KimqXHoZKJsXuRaFEU6_hC56ydLOVD7vbMPDeViyASRsVGqiM0O-L6yse3gh0gc4aFW2dz0_QoUPOqHV0F1lBqMYDY6earw-MbHyjws6/s320/kani%25C5%259F.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; text-indent: 36pt; white-space: pre-wrap;"><br /></span><p></p><p><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; text-indent: 36pt; white-space: pre-wrap;">Kültepe -Kaniş kazılarında çıkan çivi yazılı tabletler topraklarımızdan çıkarılan yazılı belgelerin en erken tarihli olanlarıdır yani Anadolu tarihini başlatanlardır. 1881 yılında British Museum uzmanlarından Pinches,Kapadokya'dan geldiği söylenen ve İstanbul'dan satın alınan çivi yazılı bir tableti yayınlar. Avrupa pazarlarında boy göstermeye başlayan tabletler Kapadokyalı olarak anılır ,tabletlerin pek çoğu Kaniş adlı bir merkezle bağlantılıydı. </span></p><span id="docs-internal-guid-5f715e6e-7fff-0711-07aa-b50db0345cef"><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Kazılarda Kaniş’te çok sayıda tablet odası bulunmuş,tabletler ahşap raflar üzerinde kutularda ,sepetlerde yada yerde büyük çanaklarda çıkmış ve bu kapların üzerinde içinde ne olduğuna dair etiketler de mevcut olarak.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Tablet yazıcılığında metin bir seferde yazılıp bitirilmeliydi yoksa kil kururdu.Yazı soldan sağa şeklindeydi,tabletler fırında pişirilmez güneşte kurutulurdu.Kaniş'teki yangın onları pişirmiş ve saklamıştır.Tabletlerin kilden zarfları vardı ,yollayıcı zarfın üstüne kendi adını,alıcının adını yazar kendine ait mührü basardı.</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-indent: 36pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Tablet yazıcılığı ile ilgili okul Kaniş de var mıydı bilmiyoruz ama alıştırma tableti olduğu anlaşılan tabletler bulunmuştur,okuma yazma öğrenmek için çıraklık kurumu ilk burada başlatılmış.Okuma yazma o dönemde kadın ve çocuklara da öğretilirmiş.Eski Asurca hecelerin listesi oldukça basit ve sınırlı olup 130 hece işareti ve 30 kadar logogram içeriyordu.Kaniş’te bu kadar çok tablet çıkmasında Asur nüfusunun önemli bir bölümünün yazı yazdığını anlıyoruz.Kişisel mektuplar tüccarlara aittir,Onlar da seyahat ederken yanlarına yazıcı almadıklarına göre kendi mektuplarını kendileri yazabiliyorlardı.Kadınların mektupları da çoktur ,bu da kadınların yazıyı bildiklerinin kanıtıdır. Anadolu halkı ile Asurlular arasında iletişim pek de sorun olmamış olmalı ki Asurlu tüccarlar ,Anadoluda evlilik yapmışlardır. </span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-indent: 36pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> Dicle kıyısındaki Asur ile Anadolu platosunun arasındaki mesafe 1000 kilometredir. Asurlu tüccarlar eşeklerden oluşan kervanlarla ticaret yapmak üzere Anadolu'ya gelmişlerdir. </span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Birçok ticari mal ‘tamkarum’ adı verilen gezgin satış temsilcilerine komisyon karşılığı verilmekteydi .Ticaretin asıl amacı Anadolu'ya satılmak üzere kalay, yünlü kumaş ,lapis lazuli göndermek ve karşılığında gümüş ve altın alıp geri göndermekti.%90 bakır %10 kalaydan oluşan Tunç için Anadolu'ya gereken kalayı getiriyorlardı.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Kumaşlarında neredeyse tamamı yünlüydü, keten olanlar nadirdir.Kumaşların çoğu Asur’a Babil'den geliyordu,ama tüccarların eşleri kızları ve kadın kölelerin yardımıyla yürütülen ve ev endüstrisine bağlı yerli bir Asurlu kumaş üretimi de söz konusuydu.En çok ve en sık ihraç edilen kumaş çeşidi ‘kutanum’du, 4,5 metreye 4 metre yünlü bir kumaştı. Bunun dışında ‘koyu kumaşlar’ olarak bilinen ve kalay paketlemede kullanılan yolun sonunda da Anadolu'da satılan ‘sarma kumaşları’ gibi daha ucuz parçalar da vardı.Kumaşlar Anadolu'da Asur’un 3- 4 katı fazla gümüş karşılığında satılabildiklerinden kumaş ticareti çok çekici bir işti ancak zorlukları da vardı;ağırlık yapıyorlar ve taşıma sırasında güveden korumak gerekliydi. Genelde kumaşlar deri çantalar da taşınırdı,kalay da her biri kumaşa sarılmış 10'ar kilogramlık 3'er levhadan oluşan 30 kilogramlık paketlerde taşınıyordu.Büyük miktar kumaşlar Sarayları satılıyorken küçük miktarları Anadolulular ve olasılıkla bunları satmak isteyen tam karumlar tarafından satın alınıyordu</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-indent: 36pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> Yolculuk sırasında ‘el kalayı’ olarak adlandırılan bir yolluk bulundurulurdu,bununla kervancı ya da hancının parası ödenir, geçiş ücretleri verilir, geçilen şehirlerdeki yetkililere verilen hediyelerin ödemesi yapılırdı.Bu masraflar ortalama olarak yükün değerinin %8 ile %10’una denk gelmekteydi ve Kaniş’e gelindiğinde baş Kervancı yolda ne kadar ödediğinin hesabını çıkarırdı.Kervana öncülük eden kişiye ‘kaşşarum’ denirdi, bu ya tüccarın kendisi ya oğlu ya da ücretli biri olurdu.Ücret karşılığı bu işi yapan kişi Anadolu’da satmak üzere Asur’dan gelirken birkaç parça kumaş getirir ,böylelikle O da bu ticaretten payını alırdı. </span></p><br /><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-indent: 36pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Asur ve Kaniş’te Kadınlar</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt; text-indent: 36pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Milattan önce 2000 de Asurlu kadınlar evliliklerinde eşleri ile eşit haklara sahip olmuşlardır.Çoğunlukla ülke dışında olan tüccarların eşleri evle ilgili konularda kendi başlarına kararlar almak zorunda kalmışlardır.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Asur’da geline evlenirken ailesinden verilen çeyiz onun malıdır ve miras yoluyla çocuklarına geçer.Erkek tarafından kız tarafına düğünde ‘şimum’ denen bir para ödenirdi.Akad terminolojisinde erkek kızı eş olarak alır. Yemekli bir düğün yapılır genellikle gelin bir duvak takardı, bizdeki küçük altın klişesi gibi takı takma geleneği vardı;bu da 12 grama denk gelen Gümüş. Asurda tek eşlilik vardı, eğer erkek ikinci eş alırsa yüklü bir cezası vardı ve evlilik sözleşmesi bozulmuş olurdu .Sadece belli koşullarda ikinci eş alınabilirdi en yaygın olan çocukları olamaması durumunda ki bu da 3 yılın sonunda olabilirdi,köle bir kız satın alabilirdi erkek ve O da köle olduğu için eş statüsü kazanmaz ve çifte eşli sayılmazdı.Gerçekten iki eşli olma durumu sadece Asurlu tüccarlara özeldi. Anadolu'da ikinci eşleri olabilirdi ,yasak Kaniş de ikinci evlilik yapmaktaydı.Yine de statüleri aynı olmaz ‘asıl eş’,’ ikinci eş’ olarak adlandırılırdı.İki eş aynı yerde aynı anda olamazdı.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> Tüccar iki evi de geçindirmek zorundaydı. Anadolu'da uzun kalsa da Asur’'daki eşin ve evin sorumluluğu ondaydı.Boşanmış kadınlar ve dullar yeniden evlenebilirdi.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">‘Kutsanmış Kızlar’ adında sık rastlanan bir gelenekte tüccarlar işçilerinin başarısı karşılığında minnettarlıklarının bir simgesi olarak ve aynı zamanda sosyal statülerini artırmak için en büyük bekar kızlarını bir tapınağa adarlarmış ,bu kızlar aile içinde de söz sahibi olur,saygı görürlermiş. </span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">23.500 tabletten öğreniriz tüm bunları ve çok daha fazlasını...</span></p><div><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Arzu Öztürk</span></div><div><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Yunanca/İngilizce Rehber</span></div></span>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-11452997269014979352021-03-28T05:04:00.001-07:002021-03-28T05:08:58.216-07:00Oltu Taşı..<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGjRAJBAm84OMaPM4qCTV3PVro6oEeZE7jYe-gc_2MCHlI29u-QqG9IjD0h4B0H0uygRBnG53BGLiAXI5C9ipzsA8tpTxOaH7jmKVBswSZXs8ggGTXBJRuIjCSV-V-a0lfQJbVrgt57Ekm/s1280/pexels-peter-d%25C3%25B6pper-2363901+%25281%2529.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="860" data-original-width="1280" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGjRAJBAm84OMaPM4qCTV3PVro6oEeZE7jYe-gc_2MCHlI29u-QqG9IjD0h4B0H0uygRBnG53BGLiAXI5C9ipzsA8tpTxOaH7jmKVBswSZXs8ggGTXBJRuIjCSV-V-a0lfQJbVrgt57Ekm/s320/pexels-peter-d%25C3%25B6pper-2363901+%25281%2529.jpg" width="320" /></a></div><br /><p></p><p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;">Erzurum’un Oltu ilçesinden
çıkarılan ve aynı adla anılan Oltu taşı, Erzurum’un en önemli geçim kaynakları
arasında yer almaktadır.19.yüzyıldan itibaren küçük maden ocaklarından
çıkarılarak başta tespih olmak üzere çeşitli takı ve süs eşyaları yapımında kullanılmaktadır.
Türkiye’de sadece Oltu ilçesinden çıkarılmaktadır. Tek başına kullanılmasının
yanı sıra altın, gümüş, bakır ve pirinç gibi madenlerle beraber de kullanır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;">Oltu taşının fosilleşmiş reçineden
mi yoksa fosilleşmiş ağaç gövdelerinden mi oluştuğu konusunda farklı görüşler
ileri sürülmekteyse de fosilleşmiş reçineden oluşması ihtimali daha yüksektir.
Kara Kehribar ‘olarak da bilinir. Taşın en dikkat çekici özelliği yer
kabuğundan çıkarıldığında yumuşak olması ve hava ile temas etmediği sürece bu
yumuşaklığı korumasıdır. Bu özelliğinden dolayı taşın işlenmesi kolaydır. Hava
ile temas ederek sertleşen ve kullandıkça parlayan bir taştır. Genellikle
siyah, nadiren koyu kahverengi, gri ve yeşil renklerdedir. Ateşe tutulduğunda
alev çıkararak yanar ve geriye bir miktar kül bırakır. Sürtünme ile
elektriklenip hafif cisimleri çekme özelliğine de sahiptir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;">Oltu ilçesine bağlı köylerden
çıkarılır, özellikle Oltu ilçesinin kuzeyinde yer alan Dutlu Dağı’nın güney
yamaçlarında dik olarak açılan 70-80 cm. çapındaki galerilerde Oltu taşı
yataklarına rastlanmaktadır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;">Bu sanat babadan oğula
geçmektedir.19.yüzyılda ‘takımcılar ’adı verilen, Türk ve gayrimüslimlerden
oluşan kırk sanatkâr, bu sanatı uygulamıştır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;">Ustalar tarafından satın alınan
taşlar, kullanılacağı zamana dek tekrar toprağa gömülür. Yapılacak objeye göre
usta tarafından keserle ağaç bir zemin üzerinde kırılarak bıçakla işlenecek
hale getirilir. Kırılan taşlar yapım sırası gelene kadar hava ile temas
etmemesi için bir torba içinde nemli olarak toprağa gömülür. Bıçakla
yontulduktan sonra tornada son şekli verilir. En son olarak iki aşamalı
parlatma işlemi yine tornada yapılır. İlk aşamada ‘şayak’ adı verilen bez
parçasına, Çırtı Ağacının kömürü ufalanarak tornadan geçirilir, böylece taşın
üstünde ki bıçak izleri yok edilir. İkinci aşamada şayağa önce bir miktar yağ
sürülür sonra Palandöken Dağı eteklerinde bulunan bir tebeşir tozu serpilir ve
son olarak tornaya tutulur. Oltu taşı en çok tespih yapımında kullanılr, tornadan
çıkan her tane aynı ölçüde olmayabilir. Bu nedenle hepsi bir yerde toplanır,
yapılacak tespihin büyüklüğüne göre ayrılıp tespih ipine dizilir. Tespih
taneleri 3 numaradan başlayarak 20 numaraya <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kadar çıkabilir, en çok tercih edilen tespih
ölçüsü 8 ve 9 numaralardır. Oltu’da tespih işiyle uğraşanlar ellerine aldıkları
tespihin tarzı ve işleme şeklinden ustasının kim olduğunu anlarlarmış.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;">Bugün Oltu ve çevresinde ki
işliklerde ve evlerde Oltu taşından tespih ve süs eşyaları yapılmaktadır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;">Erzurum merkezde de özellikle Taş
Han’da (Rüstem Paşa Hanı) bu sanatın en güzel örneklerini bir arada
görebiliriz.. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;">Arzu Öztürk</p><p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;">Yunanca/İngilizce Rehber</p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-68004145649826572142021-03-22T03:52:00.000-07:002021-03-25T05:39:28.040-07:00Polis Kavramı..<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiK5lo7BgJZObPJkZC3hhVeaKRK_aYpFgfC4ArZBru04GNOLEvr_dfGuDhkGpaiUDV-DM9x_TniG7oxPkpT2f1_Jw-ZB-xn6Fg8oGejS94QNAZwXPjrT-xP3PcrVM8c1Q_mwYDE9WjJt7Wa/s1280/Ads%25C4%25B1z.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1280" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiK5lo7BgJZObPJkZC3hhVeaKRK_aYpFgfC4ArZBru04GNOLEvr_dfGuDhkGpaiUDV-DM9x_TniG7oxPkpT2f1_Jw-ZB-xn6Fg8oGejS94QNAZwXPjrT-xP3PcrVM8c1Q_mwYDE9WjJt7Wa/s320/Ads%25C4%25B1z.jpg" width="320" /></a></div><br /><p></p><p class="MsoNormal">Bugün Anadolu’da pek çok yer adında polis sözcüğü mevcuttur:
Safranbolu, İnebolu, Bolu, İstanbul…<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Polis, poli Antik Yunanca’da şehir anlamına gelmektedir, söyleyiş
kolaylığından Türkçeye ‘Bolu’ olarak geçmiştir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Aristotales ‘insan yapısı gereği poliste yaşayan bir
canlıdır’ demiştir. Polis aynı zamanda şehir devletini ifade eder. Böyle bir
yönetim biçiminin tercih edilmesinde ekonomik ve coğrafi koşulların ötesinde
Yunanlı Karakteri yatıyordu. Yunanlı, tüm boş zamanını evinin dışındaki insanlarla
sürekli ilişki kurarak zekâsını geliştirebiliyor, davranışlarını
düzenleyebiliyordu. Çok az halk bu kadar sosyal olabilmiştir. Kamuoyu agorada
oluşuyordu ve Atina’dan başka hangi halk Sokrates yetiştirirdi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bir Yunanlı için ‘salt hükümdarın iradesine bağlı bir
yönetim altındaysan kölesindir. Bu da insan onuruna aykırıdır. ’Yunanlılar için
barbar demek, Yunanca konuşmayıp bar bar diye ses çıkaranlardır, Yunanca
konuşmuyorsa Yunanlı gibi düşünmüyor, yaşamıyordur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Thales de şöyle demiştir: ’Üç şey için Tanrılara
şükrediyorum: Hayvan değil insan olduğum için, kadın değil erkek olduğum için, barbar
değil Yunanlı olduğum için’<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Polis’e yardım etmek herkesin görevidir, bireycilik ön plana
çıkmaz, zenginler örneğin vergi ödemek yerine polisin işleri için para sağlardı.
Antik Yunan düşüncesi uzmanlaşmayı reddediyordu. Aristotales ‘özgür insan flüt
çalabilmeli, ama çok usta olmamalı’ diye ifade etmiştir. Üzerinde durulması
gereken bir kavram da ‘arete’ yani ‘erdem’ çok önemliydi. Örneğin yarış atının
aretesi ‘hızı’ olmalıdır. İnsan içinse birden fazla alanda mükemmellik, Odysseus
örneğin; yüce bir savaşçı, iyi güreşçi, aynı zamanda kendi salını da yapabilir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Arka arkaya başarısız sonuçlar alınan savaşlar başta olmak
üzere pek çok neden polisin çöküşünü hazırlar. Artık polisin yerini kosmopolis
almaya başlar. Yoksulsa polise çıkar kaynağı olarak bakıyor, zenginse kendiişlerini
geliştiriyordu. Eski komedialar baştan sona siyasal unsurlarla doluyken ve
sahnede konu edilen polisin yaşamıyken artık konular günlük yaşamdandı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Uzmanlaşma ne kadar reddedilse de gelişme kaçınılmazdı, aslında
polisin çöktüğü nokta budur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sofistlerinde polis üzerinde yıkıcı etkisi olmuştur. Eğitim
önceden herkese açıkken Sofistler bu işi para karşılığı yapmaya başlayınca
eğitimli kişi ve eğitimsiz kişi arasında ilk kez ayrılma görülür. Bunun
sonucunda da eğitimli insanlar kendi şehirlerinde ki eğitimsiz insanlardansa
başka şehirlerde ki eğitimli insanları yeğlerler. Bu da yavaş yavaş kosmopolis
kavramını başlatır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Polisin bir özelliği de insanların kendilerine yetebilmesiydi,
birbirlerinin ürünlerine karışmazlardı ama ticaret hızla gelişmeye başlayınca
insanlar artık kendine yetenin ötesine geçerler.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Artık erdemden söz açılınca da şöyle deniyordu ’her şey
senin erdemden ne anladığına bağlıdır’<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> Arzu Öztürk</o:p></p><p class="MsoNormal"><o:p>Yunanca/İngilizce Rehber</o:p></p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-11904674976550264942021-03-15T03:04:00.004-07:002021-03-20T13:19:16.659-07:00Sen Hiç Sarıkamış’ı Gördün mü? <p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhmp3yaUZxB7ftSD0wvGLTNt3w4QVnDW9dCNTZGYU8dm6-hGNhOEHNXew7QRKKViVlFlGuvXuvYhNl1TcqIFeePjgRMfTEPcKvibLn3xLrdYXId2oARY2q4alw3t3nz-HSMINJJmnR3Py7c/s1920/sar%25C4%25B1kmam%25C4%25B1%25C5%259F.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1080" data-original-width="1920" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhmp3yaUZxB7ftSD0wvGLTNt3w4QVnDW9dCNTZGYU8dm6-hGNhOEHNXew7QRKKViVlFlGuvXuvYhNl1TcqIFeePjgRMfTEPcKvibLn3xLrdYXId2oARY2q4alw3t3nz-HSMINJJmnR3Py7c/s320/sar%25C4%25B1kmam%25C4%25B1%25C5%259F.jpg" width="320" /></a></div><br /><p></p><p class="MsoNormal">….Sen hiç Sarıkamış’ı gördün mü kedi? Sarıkamış içinde
Aynalı Çarşı. Aynalı Çarşı cehennem. Sarıkamış savaşını görmemiş yaşamamış
insan dünyada hiçbir şeyi görmemiş yaşamamış demektir. Erzurum içinde aynalı
çarşı. Sen kedi sen hiç, uykucu, rahat, gerinen kedi, sen hiç Allahuekber
dağında olup biteni gördün mü?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yaşar Kemal<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sarıkamış’ta yaşananlar ve bir müze: Kafkas Harp Tarihi
Müzesi<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Osmanlı İmparatorluğu için 1915 senesi Birinci dünya
savaşının en kanlı senesiydi. Sarıkamış Cephesi ile savaşa dâhil olunmuştu. Kış
mevsimi olması, yeterli hazırlığın olmaması nedeniyle belki de baştan
kaybedilen bir savaşa girilmişti. Doğu Cephesi’ne hâkim komutanların karşı
çıkmaları da fayda etmez.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">10.Kolordudan bir asker yaşadıklarını şöyle aktarır: ’O gece
yarısına kadar o yaylanın Kuran sesiyle inlediğini çok iyi hatırlıyorum.. herkes
ölmek üzere olduğunu biliyordu.. mahşer gibi. Ne var ki gece yarısından sonra
Kuran sesleri kesildi. Çünkü yaralıların hepsi öldü. Kolordu şehit oldu, asker
dondu.’<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Böyle ayakta.. olduğu yerde donanarak şehit olan Osmanlı
askerlerini gören Rus komutan anılarında şöyle yazmış:’Allahuekber Dağında Türk
müfrezesini esir alamadım, bizden önce Allahlarına teslim olmuşlardı. İlk
sırada diz çökmüş beş kahraman, omuz çukurlarına yasladıkları mavzerleri ile
nişan almışlar, tetiğe asılmak üzereler ama asılamamışlar, kaput yakaları,
tanrının rahmetini o civan delikanlıların yüreklerine akıtabilmek istercesine
semaya dikilmiş, kaskatı, hele bıyıkları, hele hele bıyıkları ve sakalları, ya
gözler? Dinmiş olmasına rağmen şu kahredici tipinin bile kapatamadığı gözleri
apaçık. Tabiatada, başkumandanada, karşısında ki düşmana da isyan eden ama Allah’ına
teslimiyetle bakan gözler..O ürkütücü ayaza rağmen altı masal güzeli mehmed, sandıkları
bir avuçlamışlar ki, hayatı biz ancak böyle bir hırsla avuçlayıvermişizdir.’<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kafkas Harp Tarihi Müzesi, Sarıkamış Cephesinde yaşananları,
belgeler, fotoğraflar, canlandırmalar eşliğinde bizlere yaşatan bir müzedir. Asker
mektuplarından örnekler, revir canlandırması gibi çok detaylı bir çalışmanın
ürünü olan müze Sarıkamış şehitlerimizi anmak için çok önemli bir duraktır. Bir
gecede Rus baskını ile tüm askerleri şehit olduğu için ‘Kanlı Tabya’ adıyla
anılan tabya restore edilerek müze binasına dönüştürülmüştür.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal">Arzu Öztürk</p><p class="MsoNormal">Yunanca/İngilizce rehber </p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-56726328334123901942021-03-11T06:49:00.003-08:002021-03-19T02:27:43.598-07:00Tufan Karadenizde mi oldu?<p><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; white-space: pre-wrap;"><br /></span></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjH_d9282ZnSB6y5CDuL07fh2HiMKmCTa7w7e00xsEueZ6JZHh0PjRrzcpKZcSfgWp55m3cF9zQF2L3DW3_viQbTpWbRnmv0VZ9ftJYLMLG-OWmvQZoc_dN6SeC9icA-Etm895DEdhtBdfi/s1280/zxcBR3zNc7I.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="854" data-original-width="1280" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjH_d9282ZnSB6y5CDuL07fh2HiMKmCTa7w7e00xsEueZ6JZHh0PjRrzcpKZcSfgWp55m3cF9zQF2L3DW3_viQbTpWbRnmv0VZ9ftJYLMLG-OWmvQZoc_dN6SeC9icA-Etm895DEdhtBdfi/s320/zxcBR3zNc7I.jpg" width="320" /></a></div><br /><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; white-space: pre-wrap;"><br /></span><p></p><p><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; white-space: pre-wrap;">Tufan nerede oldu? Bazı jeologlara göre Karadeniz'de oldu,buzulların erimesiyle Karadeniz’de su seviyesi yükselince ,yaşadıkları yerleri bırakmak zorunda kalanlar tarafından öykü ağızdan ağıza Mezopotamya'ya kadar gitmiş,yazı icat edilince de yazıya dökülmüş. </span></p><span id="docs-internal-guid-29360c36-7fff-b3fd-3745-1d2ef227f354"><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Bu teoriye göre,Buzul Çağı’nda şimdikinden 100m. alçak seviyede ve bugünkünün üçte ikisi büyüklüğünde bulunan bir tatlı su gölü olan Karadeniz ,Buzul çağı sonunda eriyen buzulların yükselttiği Akdeniz’in sel sularıyla kabarır,aradaki Boğaziçi Vadisi’nde bir gedik açarak hızla Karadeniz’e boşalan sular da bu da tufana neden olur.</span></p><br /><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> Tufan hikayesinin hep ilk Tevrat'ta geçtiği sanılırdı ama Ninive kazısında(1872) çıkan bir tablette de aynı hikayeyi görmek çok şaşırtıcı olmuştur. Hikaye,Gılgamış Destanı'nın(Destanın yazılı olduğu tabletler British Museum’dadır) son kısmını oluşturmaktadır.Kısaca şunlardan bahsetmektedir;insanlar öyle çoğalmıştı ki Tanrılar onların gürültüsünden uyuyamaz hale gelmişler ve dört büyük Tanrı insanları yok etmeye karar vermişler, sadece Bilgelik Tanrısı Enki duruma üzülür ve Tanrıların Tufan yapacaklarını ,bir gemi yapmasını bilge bir kişi olan Utnapiştim’ e söyler.Geminin tarifini de verir.Utnapiştim yedi günde gemiyi yapar, gemi yapılırken şenlik oluyor ,adeta yılbaşı gibi etler yenir, şaraplar içilir.Utnapiştim gemiye ailesini, hayvanları ve altınlarını doldurur, geminin kapısı kapanır kapanmaz Tufan başlar.Gökten sular iner yer tanrıları da yerden fışkırtır suları,altı gün altı gece sürdükten sonra yedinci günde gemi karaya oturur.Utnapiştim yedi gün bekleyip bir güvercin salar ama konacak yer olmadığı için geri döner ,sonra kırlangıç salar o da döner, sonra Kuzgun ama o dönmeyince dışarı çıkarlar.Utnapiştim dağın tepesine kurbanlarla içkiler sunar.Ancak tufanı yaptıran Tanrı Enlil gelir,kim bunları kurtardı diyerek öfkelenir Tanrı Enki araya girer sonunda Utnapiştim ve karısı ölümsüzlük alır.Hikaye Akadça ama isimler Sümerce, sonra bir tablet daha bulunur onda tüm hikaye Sümercedir.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Aynı olay Tevrat’ta şöyle geçer::İnsanlar çok bozulmuş olduklarından Rab onları yok etmeye karar verince Tanrının yolundan giden Nuh’a ;bir tufan yapacağını,kendisinin bir gemi yapmasını söyler. Ayrıca geminin nasıl yapılacağını ve içine neler alacağını da anlatır.Tufan başlar,kırk gün sürer,yeryüzünde herşey yok olur,gemi 7. ayda ve ayın 17.gününde Ararat dağına oturuyor.40 gün bekledikten sonra Nuh ,bir kuzgun salıyor geri gelince güvercin uçuruyor,üçüncü defa gönderdiği güvercin dönmeyince karaya çıkıyorlar.Kurbanlar kesiyor Nuh ve Tanrı bir daha tufan yapmamaya karar veriyor...</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><br /></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Arzu Öztürk</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 0pt; margin-top: 0pt;"><span style="font-family: Arial; font-size: 11pt; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">İng/Yunanca Rehber</span></p><br /></span>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-32828912000714043152021-03-11T06:47:00.005-08:002021-03-19T02:29:09.681-07:00Cılavuz Köy Enstitüsü<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjjdshsICQbjKusa0cW2-BF2nhu0SXUwWYA0dA6rXErdf-jGl4VpDop1ezz_DAHX2dfgcD6Gt9NNEgISm19aWCHEPjflDgoB1YBhYJa0S3gnv8S0ujNFeAiSA6Vmiv6GKzEYoYphRzuw3nX/s1280/cilavuz+%25281%2529.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1280" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjjdshsICQbjKusa0cW2-BF2nhu0SXUwWYA0dA6rXErdf-jGl4VpDop1ezz_DAHX2dfgcD6Gt9NNEgISm19aWCHEPjflDgoB1YBhYJa0S3gnv8S0ujNFeAiSA6Vmiv6GKzEYoYphRzuw3nX/s320/cilavuz+%25281%2529.jpg" width="320" /></a></div><br /><p></p><p class="MsoNormal">Kuzey Doğu Anadolu bölgesinin yoksul çocukları için umut
oldu, Artvin, Ağrı, Ardahan, Erzurum ve Kars’tan gelmişti öğrencileri. Cılavuz’un
coğrafi konumundan dolayı, köy enstitüleri tarihinde özel bir yeri
vardır.1930’ların sonunda Ankara’ya bu denli uzakta bir coğrafyada olması
heyecan vericiydi.1937 de Cılavuz Eğitmen Kursu açılır ardından köy enstitüsüne
dönüştürülür. Cılavuz adı; cılavu, atın yuları, gemi demek olan kelimeden
türetilmiş olmalı zira yöre halkının rivayetine göre bu bölgede Osmanlı Dönemi’nde
atların yularlarının saklandığı oldukça büyük depolar bulunmaktaydı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Köy enstitüleriyle beraber, artık köyün değişimi, köye
yabancı ve köylünün de ‘yaban’ olarak gördüğü aydınlarla, dışarıdan gelen
bilgiyle ve özneler aracılığıyla değil, içerden ‘köyün canlandırılması’ yoluyla,
köylü çocukları tarafından gerçekleştirilecektir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Cılavuz, Kars merkeze 23km.uzaklıkta, Susuz ilçesi
sınırlarında yer alır. Ruslardan kalan binalar okul binası olarak kullanılmış. Okul
bünyesinde pek çok işlik bulunuyordu:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Dikiş İşliği:İç çamaşırları ve elbiseler burada dikiliyordu.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Dokuma İşliği: Enstitü’nün ihtiyacı olan dokumalar yapılır, ayrıca
uzun kış günlerinde köylünün de bu tezgâhları kullanmalarına önem verilmiş, öyle
ki İkinci Dünya Savaşı koşullarında bez yokluğundan dolayı köylüler için ‘kefen
bezi’ dokumuşlar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Demircilik İşliği: Balta, kazma, kürek yapılıyor, pulluk, araba
vb. tamir edebiliyorlardı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İsmet Paşa’nın Enstitüyü ziyaret edeceği öğrenilince
Arıcılıktan sorumlu öğretmen Zakir Hoca bir hazırlık yapmak ister. Büyük bir
uğraşı ile peteğin ortasına Paşa’nın profilini yapar, kovana koyar gerisi
arılara kalır. Cumhurbaşkanı geldiğinde Zakir Hoca hediyesini sunar, Paşa,
nasıl yaptınız diye sorunca;<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kovandaki arılarla bir toplantı yaptığını, onlara şöyle
dediğini anlatır; ’bakın İsmet Paşamız geliyormuş, haberiniz olsun, eli boş
gönderecek değiliz, bir şeyler düşünün, onlarda dağın, toprağın çiçekleriyle
konuşmuşlar, el birliğiyle yapmışlar, bize de sunmak kaldı ’der.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Cılavuz’un yöre insanı için nasıl kıymetli olduğuna dair bir
de anlatıdan bahsetmek isterim: İki genç evlenmeye karar verir, oğlan tarafı
kızı istemeye giderler, oğlanın babası övünerek oğlunun okuduğu okulları
sırasıyla anlatır. Kızın babası dinler ki Cılavuz’un adı geçmez, hemen itiraz
eder ‘Ya Cılavuz’ diye sorar. Yani Cılavuz’da okumadıysan bu kadar övünmen
boşuna..<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> Arzu Öztürk</o:p></p><p class="MsoNormal"><o:p>İng/Yunanca Rehber</o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-13991168241854967642021-03-11T06:41:00.004-08:002021-03-19T02:29:57.009-07:00Mıgırdiç Margosyan’ın Diyarbakır’ı..<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTC6LyEQSTQZoZ-2MjmBY5HHsJMEBkIhKSLvW6zEbDf4gpOCIAo7tkuXmSj4mqaxb9JqJJDOxJnvUko040rdAUwohlzrZPNTeiaecnJxl4Fje1U1ucXNmHJtJ24w0U-CyDq88sVWkKmJJs/s1280/diyarbak%25C4%25B1r+sur+%25281%2529.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1280" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTC6LyEQSTQZoZ-2MjmBY5HHsJMEBkIhKSLvW6zEbDf4gpOCIAo7tkuXmSj4mqaxb9JqJJDOxJnvUko040rdAUwohlzrZPNTeiaecnJxl4Fje1U1ucXNmHJtJ24w0U-CyDq88sVWkKmJJs/s320/diyarbak%25C4%25B1r+sur+%25281%2529.jpg" width="320" /></a></div><br /><p></p><p style="margin: 0cm;"><span face=""Arial",sans-serif" style="color: black; font-size: 11pt;"> ..Biz yoğurdu bez torbalar içinde saklardık. Çarşıdan
aldığımız bir bakraç yoğurdu Amerikan bezinden bir torbaya doldurur yüksek bir
yere asardık. Torbadan pıt pıt diye sular damlardı ’Pıt’lar kesildiğinde suyu
iyice süzülmüş yoğurt ,yoğurt olmaktan çıkar, sanki tereyağına dönüşürdü. Torba
yoğurdundan bir parça tasın içine koyduktan sonra üzerine kuyudan çektiğimiz
buz gibi suyu dökerek bir güzel karıştırdık mı nefis ayranımız hazır demekti. Ayranın
içine evdeki kurumuş bayat ekmekten ufak ufak doğradık mı ekmeğin bizden önce
ayranımızı büyük bir iştahla içip şiştiğini görerek daha fazla zaman
kaybetmeden kaşıkla tasın içine dalardık. Onun için anamız bize ‘Di Hadi git
kilerden bir tas yoğurt getir dediğinde hiç nazlanmadan koşup kilere dalar uslu
uslu anamızın sözünü dinler, bundan da hiç pişman olmazdık.<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Arial",sans-serif" style="color: black; font-size: 11pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Arial",sans-serif" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Biz ekmeği ceviz içiyle de
yerdik. Kilerden, ceviz küpünden sekiz on tane ceviz alır, çöker dik yere, bir
taş parçasıyla cevizleri kırar, içini çıkarır, sonra ısırdığımız bir parça
ekmeğimizle katık edip yerdik. Ekmeği elimizle koparmaz, ısırırdık. Daha
sonraları </span><span face=""Tahoma",sans-serif" style="color: black; font-size: 11pt;">İ</span><span face=""Arial",sans-serif" style="color: black; font-size: 11pt;">stanbul'da ekmeğin ısırılarak yendiğinde ayıp<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>olduğunu duyduk, hayretler içinde kaldık…
Oysa en lezzetli ekmek ısırılarak yenen ekmektir. Evet, ekmek dediğin elle
koparılarak yenir. Biz bunu da yapardık ancak ayran çorbası, ayran aşı,
mercimek çorbası, nohut, kuru fasulye gibi yemeklerde ekmeği yemeğe doğrar
sonra da kaşıklayarak yerdik.<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Arial",sans-serif" style="color: black; font-size: 11pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Arial",sans-serif" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Diyarbakır'ın kara kışı
henüz gelmeden, sonbaharda herkes kışlık hazırlıklarına başlardı. Her aile
kendi kesesine veya başka bir deyişle kendi killerinin büyüklüğüne göre, bir, iki,
üç veya dört koyun keserdi. Koyunlar tüm günahlarını yüzülmüş derilerinin
üzerinde bırakır, kocaman bakır kazanlara girer, kazanların altında yanan
odunlarla cehennemin tadını tadar, kavurma olur çıkarlardı. Kavurma kazanında
fokur fokur kaynayan yağın içine ince ince dilimlenmiş ekmekleri atınca
ekmekler sevinçlerinden çılgına döner sünger gibi yağı içmeye başlarlardı. Bu
ekmekleri yemek için insanın acıkması gerekmezdi. Gırtlağımıza kadar tok bile
olsak bu ekmeklerden yemeden yapamazdık. Zaten kavurma kazanın içindeki bu
ekmekler kapanın elinde kalırdı acele davranmayanlar hava alır, boşuna yutkunur
dururdu…</span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p>Mıgırdış Margosyan'ın Gavur Mahallesi Kitabından </o:p></p><p class="MsoNormal">Arzu Öztürk</p><p class="MsoNormal">İng/Yunanca Rehber</p>
<p class="MsoNormal"><br /></p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-38677831617278054082021-03-11T00:54:00.000-08:002021-03-11T00:54:00.354-08:00Antep ve Hamam Kültürü<p> </p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal;">“..Hiçbir iş tutamıyorsan git de
hamam kapısında kil sat!”<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal;">Hamamlar aynı zamanda sosyal
yaşamda olamayan kadınların kendi aralarında toplanabildikleri yerlerdendir. On
beş günde bir ekmek yapılır, ev temizliği ve sonra hamama gidilirmiş.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal;">Hamam günleri adeta bir
seremonidir kadınlar için. Hamam bohçaları; sırmalı bohça; elbiseler için,
altın tel işlemeli bohça; iç çamaşırlar için, Antep işi işlemeli bohça; meşefe (havlu)takımı
için, hamam tası, habbap (takunya),tarak tası(kadınlar yegâne maddi güvenceleri
olan takılarını hamam günü temizlemek bahanesiyle! Evde bırakmazlarmış, sabun, tarak
koydukları tas yıkandıkları sırada takılar içinde kullanılırmış.) içerirdi. Hamam
günü hamamın bu iş için görevlisi olan natır eve çağrılır, hamam bohçalarının
olduğu torbayı teslim alır, torbanın üzerine birde ipek halı atılır, öğleye
yakın hamama gönderilir. Daimi müşterilerin hamamda belli yerleri vardır, halısı
hep aynı yere serilir, torbası sekiye (bu sekiler 1m. yükseklikte<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>taş oturtmalıklardır, üstlerinde de tahtadan
45-50 cm. eninde kerevit olurdu halı tüm bu sekiye örtülürdü),müşteri gelince
torbayı açardı.Bohçaları üst üste dizdikten sonra soyunup mezere (peştamal)
sarınırlar ,ayakkabılar kerevitin altına konur, habbaplarını da giyip tarak ve
tası aldıklarında hamama girmek için hazır olurlardı. Kil tası natır tarafından
kurnaya bırakılır, müşterinin yıkanmasına yardımcı olan kişi(gayme)başına kil
sürer, masaj yaparak saçını yıkar, ardından keselenir en son sabunlanırdı. Bu
birinci fasıldan sonra sular kesilir. Artık yemek zamanındır. Evden
getirdikleri çeşitli yemekleri hep beraber yer ve sohbet ederlerdi. İkinci defa
sular verildiğinde son fasıla geçilir, gayme tarafından iyice liflenirlerdi. Yıkanma
işi bitince üç parçadan (aşağı,yukarı, baş)oluşan meşefe takımına sarınırlar,
ayaklarını yıkamaları için gaymenin getirdiği bir tas suyu dökerler ve böylelikle
hamam günü sona erer…<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal;">Özel günlerde de hamama gitme âdeti
vardı:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal;"><u>Kız Hamamı<o:p></o:p></u></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal;">Düğünden bir gün önce gidilirdi. Yıkanma
işi bitip gelin hamamdan çıkarken, hamamın iki kapısı arasında başına bir küçük
şişe Şamşırak dökülürdü(tarçın ve pembe şeker boyasından oluşan bir sıvı)Damada
daha güzel görüneceğine inanarak bunu yaparlarmış..<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal;"><u>Lohusa Hamamı<o:p></o:p></u></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal;">40.gün hamama gidilir. Lohusa
yıkandıktan sonra önceden hazırlanan ‘Nevse Emi’ (zencefil, tarçın, anason, kimyon,
keten tohumu, kişniş, karabiber, bal ve pekmezden oluşan bir karışım)bütün
vücuduna sürülür, baharatlar Onu çok terletir ve ağrısının, sızısının bu terle
atılacağına inanılır. Ardından bebek de yıkanır, annesinin başı üstünde tutulur
ve hamamlarda bu iş için bulundurulan kurt başı kemiği (kötülüklerden
koruyacağına inanılırmış)bebeğin üstünde gezdirilir. Ağrılara iyi geldiğine
inanıldığı için Nevse Emi hamamdaki diğer kadınlara da ikram edilirmiş.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal;"><o:p> Rehber Arzu Öztürk</o:p></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal;"><br /></p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-55502747501429914622021-03-09T10:37:00.002-08:002021-03-09T10:40:40.459-08:00Zeugma Mozaik Müzesi<p><br /></p><p></p><p class="MsoNormal">Zeugma antik kenti Gaziantep'e 50 Nizip ilçesine 18
kilometre uzaklıkta yer alır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"> Büyük Bir İskender Pers Kralı Darius’u kovalarken
Fırat Nehri üzerinde demir bir köprü yaptırır ve bir şehir kurar. Kendisinin
ölümü üzerine ünlü generallerinden Selevkos Nikator nehrin diğer yakasına
“Selevkos Euphrates” şehrini kurar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İki şehir bir köprü
ile birbirine bağlı olduğu için hepsine “köprü-geçit” anlamını taşıyan “Zeugma”
adı verilir. Zeugma şehri Roma döneminde stratejik öneme sahip önemli bir
şehirdir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Zengin Romalılar Fırat manzaralı villalarda yaşarlar. 2
Katlı ve avlulu olan evler yamaca yaslanmış olarak inşa edilirler. Demir
korkuluklu pencereler camla kaplanmış, duvarlar fresklerle ve yerler
mozaiklerle süslenmiştir. Bugün Zeugma Müzesinde sergilenen mozaikler bu
villalardan getirilmiştir. Zeugma mozaik müzesi Hatay, Şanlıurfa ile birlikte
Türkiye’deki 3 mozaik müzesinden biridir. Mozaik yapımında kullanılan taşlar
Fırat nehrinden alınmıştır. İstedikleri rengin bulunmaması durumunda ise renkli
cam kullanmışlardır. O dönemde mozaik sanatı Roma’da çok popüler olmakla
beraber sonraki dönemlerde Hristiyanlar kiliselerinde de bu sanatı uygularlar.
Latincesi “musaicum” olup; en erken örneklerini Sümerlerde görüyoruz. Bir
evdeki mozaikler o ev sahibinin ekonomik durumu ve kültürel seviyesi hakkında
bilgi verir. Mozaikler katalogdan seçilebilir veya özel tasarım olarak da
yaptırılabilirdi, katalog mozaikleri şüphesiz daha ucuzdu. Önce malzeme
toplanır ve harç üzerine ana şekil çizilirdi. İşçilik gerektiren bu sanatta Usta
1 metrekareyi bir günde tamamlardı. Geometrik şekiller daha kolay ayrıntı
gerektiren şekiller daha uzun sürelerde tamamlanırdı. </p><p class="MsoNormal">Bordürler ise en son
yapılırdı. Desen bittikten sonra törpü taşı ile törpülenir sonrasında ise üzerine ince bir
boya tabakası sürülürdü. Mozaik sanatı babadan oğula geçen bir sanattı.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Zeugma antik kenti baraj yapımı sonrasında sular altında
kalma tehlikesi gösterince acil olarak ve tüm dünyadan yüzlerce arkeoloğun
katılımı ve gece gündüz çalışması ile yani bir kurtarma kazısı ile 2000 yılında
kurtarılmıştır. Sonrasında ise günümüzün en modern müzelerinden sayılan Zeugma
Mozaik müzesine getirilerek sergilenmeye başlanmıştır. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Zeugma Mozaik Müzesi, 9 Eylül 2011 tarihinde eski
Tekel binası yerine yapılan 1700 metrekarelik (dünyanın ikinci büyük
mozaik müzesi) müze olarak açılmıştır. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Güneydoğu Anadolu ve Gaziantep turlarımızın hepsinde bu
kültürel zenginliği misafirlerimize sunuyoruz. Sizleri de bekliyoruz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Rehber Arzu Öztürk<o:p></o:p></p><br /><p></p>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-68873659244446533152020-02-03T03:41:00.002-08:002020-02-03T03:41:20.582-08:00Kakava- Hıdırellez Şenlikleri<br />
<div class="MsoNormal">
Türk romancılığının mihenk taşı sayılan Yaşar Kemal “Binboğalar
Efsanesi” adlı romanında pek çok mitolojik unsurdan faydalanarak
Yörüklerin, göçerlerin hayatını anlatmaktadır. Bu anlatıları içinde en çok
“Hıdırellez” in ne anlama geldiğini anlattığı paragraf; Edirne Kakava Şenliklerinin anlaşılması noktasında ufkumuzu açıyor.
Sadece bir roman-dansları festivali olarak görülmemesi gereken Kakava
Şenliklerinin kökenindeki ana fikri ortaya çıkarırken ritüellerin de ne anlamda
değerlendirilmesi gerektiğine de ışık tutuyor. Usta yazar 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a
bağlayan gecede olacakları şu şekilde ifade eder:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
“…Bu gece denizlerin ermişi İlyas’la, karaların ermişi Hızır
buluşacaklar.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Hızır’la İlyas her
yıl dünyanın bir yerinde buluşurlar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Onlar o yıl hangi yerde buluşmuşlarsa orada bahar bir başka
türlü patlar, o yıl çiçekler daha bol, daha büyük, her yılkinin birkaç misli
iri açarlar. Anlar daha renkli, daha kocaman olurlar. İneklerin, koyunların
sütleri daha bol, daha besleyici olur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>... Saplar başakları,
ağaçlar çiçekleri, meyveleri götüremezler. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
İnsanlar o yıl daha sağlıklı olurlar, hiç hastalanmazlar. O
yıl ölüm de olmaz. Ne bir kuş, ne bir karınca, ne an, ne kelebek ölür…” <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Hıdırellez'in temelinde doğanın kışın “ölmesi”, yazın ise
“canlanması” döngüsünün bir törensel birliktelik içinde kutlanması yatar.
Hıdırellez'de doğanın uyanması, bereketin artması dilenir. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Yaşar Kemal: buluşma
anını şöyle tanımlar; <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
“…Hızır’la İlyas’ın buluştuğu an her şey durur, hiç, hiç bir
şey kıpırdamaz. Yıldızlar akmaz, ışıklar yürümez. Dünya bir an için ölür. Sonra
her şey birden uyanır, dehşet bir yaşam patlar. Onlar buluşmazlarsa yılda bir
gün, hem de bu gece, bu dünyanın dölü, bereketi kesilir…”<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Kakava Şenlikleri turumuzda 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan
sabaha karşı Tunca nehrinin kıyısında oluyoruz.
Hızır ile İlyas’ın buluşma anı Edirne’ye tüm Türkiye’den gelen misafirlerin ve
çevre yörelerden gelen Roman vatandaşlarımızın katılımı
ile coşkulu danslarla kutlanır. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Roman halklarının ( çingenelerin) aslen Hindistan kökenli
olması onların da Mısır geleneklerinden etkilenmelerine yol açmıştır.
Anadolu’da Hıdırellez olarak kutlanan yeni yılın veya baharın gelişi Romanlarda
Firavundan kurtuluş günü olarak tam da 5 Mayısı 6 Mayıs’a bağlayan gece
kutlanır.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Sabahın erken saatlerinde
Roman kızların Tunca’da suya girmelerine sebep ise o inanca göre ataları
Firavundan kaçarken bir ırmağa girmeleri sonucu kurtulmuş olmalarına ve bu gece
yine sudan bir kurtarıcının çıkacağına inanmalarıdır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Kıvrak ritimlerle tutkuyla dans eden bu mutlu halkın bir
parçası olmak; bu zenginliği hürce tatmak bir ayrıcalık olsa gerek… Kakava
şenliklerinde sizleri de görmek istiyoruz… <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="color: red;">Baytatil<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></div>
<br />Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-75473004959613611532019-07-17T01:28:00.002-07:002019-07-17T01:28:25.759-07:00Troia’yı Anlamak<br />
<div class="MsoNormal">
Dünyanın bugüne kadar en çok okunmuş eserler sıralamasında
İzmir’li kör ozan Homeros’un İlyada ve Odyseia
destanının ilk üçteki yeri sanırım önümüzdeki birkaç bin yıllık sürede
değişmeyecek.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Hele antik Yunan
halklarının; Mikenlerin, Spartalıların, Megaralıların,
Troialıların hem ahlak değerlerini, gururlarını, kahramanlarını ( Hektor, Paris, Agammemnon, Priamos, Odyseus, Patokhlos,
Kassandra, Melenaus, Ajax, Akilleus vs) ,savaş geleneklerini ve aşkı
anlatan Troia eserinin dünyada pek benzeri yok. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Ülkemizin bu büyük edebi ve tarihi mirası ne şekilde
sahiplendiği tartışıladursun; Hollywood çoktan konu hakkında 50 den fazla film
çekerek milyar dolarlık cirolarını çoktan cebine indirmiş durumda. Tarihi ilgi
ise Osmanlı dönemine kadar gerilere gidiyor. 1822 yılında ilk kazılar yapılmaya
başlanıyor. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Asıl Troia’nın dünyanın ilgisini çekmesi 1870-1890 yılları
arasında Osmanlının izni ile yapılan Schlieman Kazıları olmuştur. Alman
vatandaşı olup eşi benzeri olmayan bir kariyer ve yükseliş öyküsünün öznesi
olan Heinrich Schliemann; yoksul çocukluğu
sonrasında Hollanda liman kentlerinde 6 yabancı dil öğrenir. Küçük bir odada
çalışan genç alman yabancı dil sözlüklerini ezberlemek suretiyle; tabiri caizse
“oturduğu yerde” yabancı dilleri öğrenme kabiliyetine sahiptir. Ticari zekâsıyla
yoksul bir doğu alman çocuğundan Teksas’taki bir bankanın sahibi olması ile
sonuçlanan hayatını; Troia ve Mykonos kazılarına
adamış bir tarihi şahsiyet olarak tamamlar. Troia ve Mykonos kazılarını 20 yıl
boyunca kendi servetinden harcayarak finanse etmiştir. Troia kentini ve
destanda anlatılan “Priamusun Hazinesi” ni bulmaya tutku derecesinde takıntılı
bir kişi olarak tarihe geçmiştir. Yunan asıllı eşi Sophia ile yirmi yılı aşkın
sürede yurt dışına kaçırdığı hazineler (Priamusun
hazinesi dâhil) bir yana uyguladığı kesme tekniği ile dünya
arkeolojisine kazı çalışmalarının nasıl “yapılmayacağını” öğreten Schliemann bu
özelliği ile ne yazık ki; Troia kazı alanına telafisi mümkün olmayan ağır hasar
vermiştir. Kazı alanından çıkan her buluntu sonrasında işçileri evlerine
göndererek yaptığı kutlamalar; kazıda çalışan ve yöre insanından oluşan işçiler
tarafından bile anlatılmıştı. Troia’yı anlamak tüm bu ayrıntıları bir araya
getirmek suretiyle olmalıdır. Zira hikâyenin bir tarihi, bir arkeolojik, bir de
edebi yanı var. Sadece bir yönü ile ele almak anlam bütünlüğü sağlamadığı gibi
bazı konuların havada kalmasına sebebiyet verir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Çanakkale- İzmir karayolu üzerinde olan kazı alanını tüm bu
ayrıntıları bir araya getirerek incelemek; tek başına pek bir anlam ve görkem
içermeyen antik kent gezisini çok daha doyurucu yapacaktır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Baytatil<o:p></o:p></div>
<br />Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-31234080375500394182019-05-16T05:09:00.002-07:002019-05-16T05:09:54.838-07:00Cittaslow<br />
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Cittaslow<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Sakin-şehir veya Yavaş-şehir olarak tercüme edilebilecek
oldukça yeni bir kavram aslında Cittaslow.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Nüfusunun 50.000 altında olan; 30 ülkede 208 şehir standart
olarak belirtilen 70 kıstası yerine getirerek bu unvanı almış durumdalar.
Ülkemizde Cittaslow kent sayısı ise 14. Bunlar;<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Akyaka, Gökçeada, Göynük, Halfeti, Perşembe, Şavşat,
Seferihisar, Taraklı, Uzundere, Gerze, Eğirdir, Vize, Yalvaç ve Yenipazar Cittaslow
kent unvanını taşıyan şehirlerimiz. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Tüm
hikâye 19 yıl önce Floransa’nın Toskana’daki bir ilçe belediye başkanının fikri
olarak ortaya çıkmış. Temel yaklaşım ise modern kentteki insanların insani
değerlere yabancılaşması sonucu mutsuz olmasına karşı bilinçli bir kentsel
karşı koyma anlayışı olarak özetlenebilir.<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>Malumumuz modern yaşamımız özellikle metropollerde zamanla yarış halinde
geçmektedir. Büyükşehir insanları olarak nerede oturduğumuzu bile işimize
uzaklığına veya ulaşım araçlarının sıklıkla uğramasına veya hızlıca kente
gelmesiyle ölçüyoruz. Kent merkezleri çoğunlukla hızlıca yiyip- içilecek kafe-
restoranlarla, hızlıca ve fazla aramadan tüm markaları bir arada
bulabileceğimiz AVM’ lerle ve kentsel hiçbir tarihi bağımızın olmadığı sözüm
ona “modern” plazalarla dolu. Cittaslow komitelerle dünya çapında örgütlenerek
kıstaslar oluşturmuş. İnsanların sosyal varlıklar olduğu gerçeğini göz ardı
etmeden; birbirleriyle sosyalleştiği, ürünlerin daha fazla el emeğine dayalı
olduğu veya yöresel karakter barındırdığı, yapıların daha az katlı ve sentetik
olmadığı ve burada sayamayacağımız toplamda 70 kıstas ile kentlerin yaşana
bilirliği ve yaşam kalitesinin yükselmesi adına kentlerin korunmasına çalışması
çok takdir ve dikkat toplayan bir mesele haline gelmiştir. Bu unvana sahip
kentler insanlarda merak uyandırmaktadır. Hepimizin hayal ettiği “emekli olunca
yerleşeceğim” tadındaki kentler turistik birer çekim merkezi haline geldiler
bile.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Son olarak Erzurum’un Uzundere ilçesi bu iddialı unvana
layık görüldü. <span style="background: white; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;">Türkiye’nin en yüksek şelalesi olan Tortum
şelalesinin bulunduğu; ilçede yelken, rafting ve kano gibi su sporları
yapılabiliyor. Buradaki Tortum gölü ve çayı, Öşvank Manastırı gibi değerlere
sahip olmasının yanı sıra Uzundere biyoçeşitlilik açısından da önemli bir yer.
Uzundere birçok endemik bitki, memeli, kuş ve kelebek cinsinin yuvasıdır.
Cittaslow kentler dizgisini turlarımızda da mümkün mertebe programlarımıza dâhil
ederek bu “ alternatif kent ve yaşam” olanağı ile Ankaralı misafirlerimizi
tanıştırmak istiyoruz. Hâlihazırdaki programlarımız; Akyaka’yı, Gökçeada’yı,
Şavşat’ı, Taraklı’yı, Yalvaç’ı dâhil etmiş durumda. Önümüzdeki yıllarda hem
sayısal olarak artmasını hem de hepsini programlarımıza katmayı diliyoruz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background: white; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;">Baytatil<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br /><br />
Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-73978485344033684332019-05-09T02:25:00.003-07:002019-05-09T02:29:03.540-07:00Efes ve Meryem Ana Evi<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="color: red;">Ege turlarımızın </span>olmazsa
olmazı elbette antik çağ metropolü <span style="color: red;">Efes Antik </span>kentidir.
Altın çağını yaşadığı dönemde 250-300 bin arasında nüfusa sahip olan kent;
özellikle antik çağın 7 harikasından biri olan <span style="color: red;">Artemisison</span>
(Artemis Tapınağı) yapısının da yılda 700 bin ziyaretçisi ile Akdeniz
bölgesinde dönemin en bilinen “dini turizm” merkezi konumunda idi.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="color: red;">Menderes ovasındaki </span>kumul
hareketi sonucu limanını ve ticari önemini kaybederek; sıtma hastalığının
tehdidine boyun eğen kentin muazzam kalıntıları her dönemde büyük ilgi
çekmektedir. Arkeolojik kazılarının yaklaşık 150 yıldır sürdüğünü bildiğimiz
kentin; buna rağmen halen %18 inin kazıldığını biliyoruz. <span style="color: red;">Tarsuslu Aziz Paul </span>’ün 27 ay kaldığı kentin Hristiyan
tarihi açısından da büyük önemi vardır. Hele <span style="color: red;">431
tarihli Efes Konsili </span>ile tüm dünya Hristiyanları Meryem Ananın İsa’nın
Annesi (<span style="color: red;">Christodokos)</span> değil; tanrının Annesi <span style="color: red;">(Teodokos) </span>olduğu ilan edilerek bu önemli tartışmaya
nokta konulmuştur.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Efes konsili
harabelerin içindeki Meryem Ana kilisesinde yapılmış olsa da; Meryem Ana
kilisesi olarak bilinen ve ziyaret edilen yer Bülbül dağı üzerinde ve
harabelere yaklaşık 8 km uzaklıktadır. Konsilden yüzyıllarca sonra Alman
edebiyatçı <span style="color: red;">Clemens Brentano </span>Alman bir rahibenin
hayatını anlattığı eserinde; rahibeye Meryem Ananın Efesin kuzeyindeki dağdaki
bir kilisede gömülü olduğunu rüyalarında gördüğünü anlatır. Bu rahibe <span style="color: red;">Anna Caterina Emmerich </span>(1774- 1824) isimli çok sofu ve
İsa yaraları olarak bilinen <span style="color: red;">Stigmata</span> yaralarını
taşımış Katolik bir rahibedir. Bu kitabı okuyan Fransız bir gezgin olan <span style="color: red;">Julien Goyet </span>kitapta anılan yerdeki araştırması sonucu
MS 1 yy a tarihlene küçük bir şapel kalıntısı bulur ki; burası Meryem Ananın
öldüğü ve gömülü olduğu yer olarak Hristiyanlar arasında kabul görür. <span style="color: red;">Papa 7. Pius’da </span>1951’ de Katolik dünya için Meryem Ana
Evini hac merkezi olarak ilan edince romanın içeriği gerçeğe dönüştü. Artık her
yıl yüzbinlerce yerli yabancı turist ve hacıya ev sahipliği yapan önemli bir
turizm merkezi oluşmuş oldu. Bay<span style="color: red;">tatil</span> olarak tüm
<span style="color: red;">Efes turlarımızda </span>Meryem Ana evini de programa
dahil ettik. Müslüman inancında da peygamber annesi olarak büyük saygı gören <span style="color: red;">Hz. Meryem </span>makamının ziyaret alanında akan kutsal
sulardan içmenizi diler; sizleri <span style="color: red;">Ege turlarımıza </span>bekleriz…<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="color: red;">Baytatil<o:p></o:p></span></div>
<br />Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-72144693748894214482019-04-10T04:20:00.002-07:002019-04-10T04:20:49.046-07:00Baytatil Neyi Hedefliyor?<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
BTS Baytatil Seyahat Acentesi olarak Ankara’da kurulmuş bir şirketiz. Kurucularının turizm profesyonelleri olmasından dolayı yaptığımız gözlemler sonucunda Ankaralı seyyahlara uygun fiyatlarla hizmet üretme noktasında önemli bir boşluğu dolduracağımızı düşünerek şirketleşme kararı aldık. Alt yapı çalışmalarımızı tamamladıktan sonra Ankaralı gezginlerin profillerine uygun hizmetler içeren ürünlerimizi hazırlayarak hizmete başlamış bulunuyoruz. Tüketicilerimizin hizmetine sunduğunuz seyahat ürünlerindeki en önemli özelliklerin başında gerek yurt içi kültür turları olsun; gerekse de yurt dışı turları olsun Ankara çıkışlı olmasına özen gösterdik. Zira Ankaralı gezginlerin en önemli tercihlerinin başında paket turlarda olmak üzere tek fiyat ödeyerek mümkün mertebe tüm hizmetleri tek fiyatla satın alma isteği ve alışkanlığı var. Bunun yanında toplumun tüm katmanlarını ayrı ayrı hedefleyerek paket turlar oluşturduk. Meslek gruplarına özel tematik turları da ürünlerimize dahil ettik. Uygun fiyatlı otellerin pazarlanmasında online ve dinamik bir site oluşturarak hem tüketicilere hem de alt acentelere hizmet vermeye başladık. Yaz aylarını hedefleyen yurt içi kültür turlarında özellikle Karadeniz turumuzu; yurt dışı turlarında ise Balkanlar turumuzu örnek olarak gösterebilirim. Bunların yanında günübirlik kültür turları; hatta uzak doğudaki uygun fiyatlı balayı paketlerimiz de türlü ihtiyaca karşılık verme adına oluşturuldu. Turlarımız oluştururken hizmetleri çeşitli tedarikçilerden uygun fiyatlara hatta en ucuz fiyatlara satın almayı; buna bağlı olarak tüketicilerimize de en uygun en ucuz fiyatlarla ve mütevazı kar marjları ile çalışmayı uygun bulduk. Ankara'nın kalbi sayılabilecek Kızılay semtinde Atatürk Bulvarı üzerinde çok fonksiyonel bir satış ve operasyon ofisimiz, yetkin ve profesyonel çalışma arkadaşlarımızla ve uzun vadeli şirket gelişim ve büyüme hedeflerimizle kalıcı bir seyahat acentesi; hatta BTS firmasıyla yurt dışında incoming hizmetlerini de en kısa zamanda faaliyete sokarak ülkemizin turizm gelirlerine katkıda bulunacağımız düşünüyoruz. Dünyanın dört bir yanındaki yer hizmetleri sağlayıcılarıyla uluslararası fuarlarda oluşan ve giderek partnerlik düzeyine dönüşen ilişkilerimiz sonucunda çok kısa sürelerde operatif hizmetler, transferler, turlar, konaklamalar hatta organizasyonlar yapmaya yetkinleştiğimizi de bildirebiliriz. Yurt içi ve yurt dışı kültür turlarında en kısa sürede tüm ülkemizde faaliyet gösteren seyahat acentelerimize toptancı olarak hizmetler sunmaya da başladık. Yine tüm seyahat trendlerini yakından takip ederek ülkemizdeki ilginç ve çekici festival turlarına da katılım sağlıyor hatta öncülük ettiğimiz de söyleyebiliriz. Sonuç olarak Baytatil seyahat acentesi olarak sağlıklı bir büyüme süreci sonunda tur operatörlüğü yapan; acenteler düzeyinde B2B paneller vererek acentelere de hizmet üretebilen altyapıya sahip; memnun müşteri odaklı ve uzun vadeli bir şirket olma adına yola çıktık. Herkese hayırlı olsun…</div>
Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-15419203544869787862019-03-07T03:39:00.001-08:002019-03-07T03:42:44.974-08:00Deli Bal veya Anabasis<br />
<div class="MsoNormal">
Karadeniz bölgesi eşsiz doğal yapısı gereği binlerce bitkiye
ev sahipliği yapmaktadır. Binlerce bitkinin de çiçeği dolaysıyla Bal
çeşitliliği bakımından ülkemizin en zengin bölgesi olarak kayıtlara geçmiştir.
Bal çeşitlerinin başlıca çeşitlerini Karakovan balı, Kestane balı, Akasya balı,
yayla balı (Adaçayı çiçeği balı), Anzer balı (Ballıköy balı), Kekik balı,
Ihlamur balı ve Ormangülü (Komar- Delibal) balı olarak sayabiliriz. Yüksek
besin değeri ve bağışıklık sistemini güçlendirici özelliğinden dolayı tüm dünyada
gerçek balın çok değerli bir besin olarak kabul edildiğini biliyoruz. Bu bal
çeşitleri içerisinde en ilginç olan iki tanesi Anzer balı ile Deli baldır.
Şöyle ki; Anzer balı dünya çapında bir bal çeşidi olup emsali yoktur. Sadece
Ballıköy-Anzer’de yetişen 80-90 endemik çiçek türünden üretilmektedir.
Rize-İkizdere de sadece 3000 üretici bu değerli balı sadece 200 kovanda
yetiştirmektedir. Bu sebeple de parasal değerinin de olağan tüketicilere aşırı
yüksek kaldığını belirtmek isterim.( 2017 kg fiyatı 900 TL olarak belirlendi)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Diğer ilginç bal çeşidini de Ormangülü veya Komar veya Deli
bal olarak adlandırılan bal çeşididir. Burada milattan önce 4. Yüzyılda geçen
bir seyahatnameden yani Ksenofon’un “Anabasis” adlı eserinden söz etmek
gerekiyor. Pers savaşından mağlup olarak dönen 10.000 paralı askerin başlarında
herhangi bir gerçek komutan veya rehber bulunmadan ülkemiz coğrafyasını
baştanbaşa yürüyerek geçmelerini anlatan ve sayısız ayrıntı ve bilgi de içeren
bu şaheserde ordunun başına seyahatin başında tarih yazıcılığı yapmak isteyen
Ksenofon geçer. Denize bağlantı ancak Kolhislerin ülkesinde kurulur. Kolhisler
ise “bizim “ Lazlarımızın ataları olarak kabul edilirler.
Sinop’a kadar tüm Karadeniz bölgesi antik bir kaynakta günlük tadında
yazılmıştır. Eserde geçen önemli bir ayrıntı ise Komar çiçeği balı veya Delibal
ile ilgili olan kısımdır. Şöyle ki; askerlerin bir bal çeşidini ( deli bal)
yedikten sonra ishal, kusma, bilinç kaybı ve bayılma gibi semptomları tarihte
böylece ilk defa kayda geçmiş olur. Deli bal çok az miktarlarda tüketilmesi
gereken bir bal çeşididir. Fazlaca tüketildiğinde günler süren bilinç kaybına
ve zehirlenmelere yol açmaktadır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Deli balın en fazla şifa ettiği konuların başında;
mide- bağırsak rahatsızlıkları, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı gelmektedir.
Şifa niyetine günde en fazla 1 çay kaşığı olarak tüketilmelidir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<span style="color: red;">Baytatil</span>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-84958358295985626382019-03-07T03:37:00.001-08:002019-03-07T03:42:34.593-08:00Seyahat Yazıları/Amasra-Paflagonya<br />
<div class="MsoNormal">
Paflagonya’nın Bahtsız Prensesi veya Amasra’nın adı…<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Başlığı okuduğumuzda yabancı bir yerden bahsediliyor hissine
kapılsak da; aslında bu bölgenin antik çağlarda Bartın çayı (Partenos)
çevresindeki batı Karadeniz’in o dönemdeki ismi olduğunu ve çokça da ziyaret
edildiğini söylemek isterim. Amasyalı ünlü coğrafyacı Strabon’a göre bu
bölge batıda Partenos (Bartın çayı); doğuda da Halys ( Kızılırmak) ile sınırlı
idi. Bugünkü anlamda Kastamonu, Sinop, Bartın, Çankırı, Karabük, Zonguldak,
Bolu ve Samsun’un bir bölümü “Paflagonya” addediliyordu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Liman kentlerinin büyük ölçüde; bugünkü Aydın ili Didim
ilçesine bağlı Balat köyünde bulunan Antik Miletos şehrinin kolonisi olarak
kurulduklarını biliyoruz. Miletosluların sadece Karadeniz kıyısında değil; tüm
Akdeniz’de hatta güney Fransa’da bile koloni şehirleri kurduklarını antik
kaynaklardan biliyoruz. Bu yazımızda Paflagonya kentlerinden bugünkü
Amasra’nın çok ilginç hikâyesini anlatmak istiyoruz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
MÖ 6 yy de Pers hâkimiyetine geçen ve o dönemdeki adı
Sesamoss olan Amasra; MÖ 4 yy da Makedonya hâkimiyetine girer. Büyük Iskender;
İssos zaferinde yenilgiye uğrattığı 3.Darious’un yeğeni olan Amastris’i dia
doklarından ( Büyük İskender’in en önemli 12 generaline verilen isimdir) olan
Krateros ile evlendirir. Ancak İskender’in ölümü ile Krateros Phila ile evlenir
ve eşi Amastris’i Herakleia Pontus ( Karadeniz
Ereğli’sinin dönem adı) Tiranı Diyonisos ile evlendirir. Bu evlilikten 2 erkek
1 kız çocukları olur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Amastris eşi olan tiranın ölümü ile kraliçe unvanını alır ve
Suriye Kralı Antigones’in hâkimiyetini tanıdığını ilan eder. MÖ 302 yılında
2.kez Büyük İskender’in generallerinden olan ünlü Lysimachos ile evlenir ve
Alexander isimli bir oğulları olur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Lysimachos MÖ 301 yılında Ptolemaos ile yaptığı İpsos savaşı
sonrası Ptolemaos ‘un kızı Arsinoe ile evlenmek için Amastrisi terk eder.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Kraliçe Amastris bölgedeki 4 şehri (Sesamos -Amasra, Kytaros-Cide,
Kromna-Kurucaşile ve Tios-Hisarönü) içeren bir birlik kurar.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
MÖ 300 yılında Birliğin merkezi konumundaki Sesamos’a
kraliçenin adını taşıyan Amastris (Amasra) adı verilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Kraliçe Amastris üzerinde adı olan paralar bastırır.
Kraliçenin gücünden rahatsız olan oğulları annelerini boğdururlar.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Ancak Amastris’in öcünü eski kocası olan Lysimachos alır,
iki prensi öldürtür ve Paflagonyadaki Amastris birliğini ülkesine katar.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Amasranın isim annesi olan bahtsız Amastris; aslında Büyük
İskender döneminde yaygın olarak uygulanan medeniyetler arasındaki
anlaşmazlıkları veya savaşları sonlandıran evlilik kurumunun kurbanı olmuştur.
İlkinde Makedonyalılar ile Persleri kaynaştırma amaçlı evlendirilen Amastris;
Eşinin gönülsüz olup Büyük İskender’in ölümü ile eşi tarafından başka bir
politik yaranma çabası olarak Pontus Heraklia tiranı ile evlendirilir. Onun
ölümü sonrası ise; tek gönül evliliğini Lysimachos ile yapsa da onun da savaşta
yenildiği Ptolemaos’un kızı ile evlenmesi ile yine yalnız kalır. Oğulları tarafından
öldürülür ve kente adı yadigâr kalır. Amasra…<o:p></o:p></div>
<br />
<br />
<span style="color: red;">Baytatil</span>Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-24215819704504413442019-03-07T03:36:00.001-08:002019-03-07T03:42:22.013-08:00KARSMANİA*<div class="MsoNormal">
Kars bu yılın en çok ilgi çeken destinasyonu oldu. Normalde
ilgisi oldukça düşmüş bulunan Doğu Ekspresi gerçekten altın günlerini yaşıyor.
Kentli insanlarımız Ankara’dan her gün saat 18.00 de hareket ederek;
Kırıkkale-Sivas-Erzincan-Erzurum ve Kars güzergahını ancak 24 saatte tamamlayan
bu nostaljik yolculuğa aşırı ilgi gösteriyor. Bu ilgiden önce sadece 1 yataklı
ve sadece 1 kuşetli vagonla seyahat eden Doğu Ekspresi grup taleplerine
yetişemez hale getirmiş durumda. Sırada yetkililere göre 11.000 yolcu varmış.
Şu an kapasitesinin çok üstünde seyahat ediyor; yani 5 yataklı ve 2 kuşetli
vagonla. Trenin normal koşullardaki yük kapasitesi 380 ton iken artık ek
seferlerden dolayı daha büyük bir lokomotifin eklenmesiyle yük 720 tona çıkmış
bulunuyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Tren yolculuğu özellikle genç insanları çeker hale gelmiş;
onlar da Kars Kültür gezisi tutkunu durumdalar. Yataklı vagonlarının camlarını
rengarenk ışıklarla süsleyenlerden, kuşetli vagonlardaki iskambil oyunlarına,
yemekli vagonlarda karnını 24 saat doyuranlarla bir çok “ritüel” oluşmuş
durumda. Genç insanlarımızın Türkiye’nin doğusuna yaptıkları bu seyahatin
bugüne değin oluşmuş yerleşik yargıları değiştireceğine inanıyorum. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Yolculuk sonunda Kars tren garına gelen konuklar ya
münferiden taksilerle ya da seyahat acenteleri eliyle rezervasyonları yapılmış
bulunan otellerine doğru yol alıyorlar. Kars’taki etkinlikler ise; mutlaka Ani
Harabelerinin ziyaret edilmesi, Çıldır Gölüne giderek donmuş göl üzerinde atlı
kızak turlarına katılma, buzun kırılan yerlerinde “sarı balık” denilen; ve
bildiğimiz Sazanlardan lezzeti itibariyle ayrılan balıkların heyecanlı
yakalanma anının izlenmesi ve nihayet lezzetli sarı sazan balığın tadılması
olarak sıralanabilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Ayrıca Sarıkamış gezisi ve Doğubayazıt İshakpaşa sarayının
gezilmesi de kimi acentelerce veya münferiden yapılmakta. Kars merkezindeki 40
yıllık Rus hâkimiyeti sırasında inşa edilen Baltık mimarisindeki kesme taş
yapıların gezilmesi ise Kars’ın Milli mücadele sonunda Türkiye’ye iade tarihi
olan Brest-Litovsk antlaşmasının üzerinden 101 yıl geçmiş olmasına rağmen halen
canlılığını ve ihtişamını korumuş durumda. Eski Valilik Binası, Defterdarlık
Binası, tarihi okullar, Eski Opera Binası, demir Köprü ve pek çok başka bina
yöredeki volkanik bazalt taşının büyük bir özenle kesilmesi ve üstün bir taş
işçiliğiyle sizleri beklemekte.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Kısa bir süre önce açılan bir müze ise Kars gezilerine ayrı
bir hava kazandırmış. Türkiye’de 46 tabya ile en fazla tabya bulunduran Kars
şehrinin merkezinde bulunan “Kanlı Tabya” muazzam bir müze haline getirilmiş.
Bir Rus baskınında şehit olan 200 askerimizin anıları ( ve çarıkları) çok canlı
olarak ve teknolojik gerekler kullanılarak gösterilmektedir. Mutlaka ziyaret
etmenizi öneriyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Tabii Osmanlı –Rus harbinden sonra bölgeye gelen Malakanların
hikâyeleri, 93 harbinin, Sarıkamış Felaketinin ve Kafkas cephesinin hikâyeleri
ile gezi daha da farklı anlamlar kazanıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Kayakçıların da ilgisini çekecek olan Sarıkamış kayak
bölgesini de ziyaret ediyor Kars yolcuları… Dileyenler telesiyejle zirveye
çıkıyor, dileyenler kızakla eğleniyor, dileyenler de kar topu oynuyor…<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Kars ili tarihinde hiç bu kadar Kültür Turistiyle
karşılaşmamış. Doğal olarak hizmet verecek işletme sayısının azlığından dolayı
bir yoğunluk yaşanmıyor değil. Yöresel ürünleri ve mutfağıyla da çok iddialı
bulunan Kars şehri özellikle Kars Kazı, Piti Yemeği, elevik Çorbası ve
Ketesiyle herkese ve her damak tadına hitap etmesini biliyor. Türkiye’nin her
yerinde nam salmış Kaşar, Gravyer ve Çeçil peynirleri de ziyaretçi akımından
nasibini almış durumda; birçok esnaf mal yetiştirmekte zorluk çekiyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Karsmania; Kars çılgınlığı olarak adlandırılabilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="color: red;">Baytatil</span></div>
Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-24442324871728167162019-03-07T03:34:00.001-08:002019-03-07T03:42:11.942-08:00Safranbolu<div class="MsoNormal">
İlk olarak Türk kültüründe şehir isimlerinin ilke olarak
Türkçeleştirilmediği; ancak ayrılıkçılık tehlikesi gözlemlendiğinde yerel
isimlerin Türkçeleştirildiği söylenebilir. Yerel isimler; Türkçe'mizin
fonetiğine uydurulmak suretiyle bugünümüze kadar gelmiştir. Safranbolu adının
ilk görüş Helen geleneğindeki “polis” , kent sözcüğünün “bolu” olarak
değiştirilmesi sonucu oluştuğu görüşüdür.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Ancak Safran sözcüğü gerçek manasında kullanılmış; kentin
adı “Safranşehri” olmuştur. Bir diğer görüşe göre kentin adı “Zafiranborglu”
iken Safranbolu olmuştur.”Borglu” eki kale manasını taşımakta olup yine
“Safrankalesi” manasında; “borglu” ifadesi de “bolu” olarak değişmiştir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Her iki görüşün ortak yönü safran tarımının çok önemli yere
sahip olması gerçeğidir. Türkiyenin sadece bu yöresinde yetişmekte olan safran
bitkisi (Crocs savitus) soğangillerdendir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ekim ayında çiçek açan safranın çiçeği mor renkli olup;
içindeki turuncu renkli tepecikler toplanır. Bu işlem tek tek elle yapıldığı
için çok zahmetlidir, bu yüzden tarih boyunca hep altından daha pahalı
olmuştur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Elle toplanan toz elekler üzerine yayılıp kömür ateşinde
kurutulur.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
10 gram safran için 1430 tepecik gerekir. Baharat olarak
kullanıldığında içine katıldığı yiyeceklere sarı renk verir. (Ekmek, pilav,
balık) Safran halen Safranbolu'da tüketilen meşhur bir Osmanlı tatlısı olan
Zerde’de kullanılır.Yine eczacılıkta iştah açıcı ve sinir sistemi uyarıcısı
olarak kullanılmaktadır. Yaygın kullanımı boyama işlemi için olup; kendi
ağırlığının 100.000 (yüzbin) katı suyu kendi rengine boyar.( Budist rahip
giysileri bu yolla renklendirilimiştir)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Karabük Demir Çelik fabrikasının 1937’de açılması ile
birlikte köylülerin tercihlerini devlet kapısı yönünde kullanmaları sonucu
safran tarımı bitme noktasına gelmiştir. Merkeze 28 km uzaklıktaki Davutoba
köyünde sembolik safran tarımı yapılmaktadır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Her yıl Eylül ayında “Altın Safran Belgesel Film Festivali”
düzenlenmektedir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kızılırmak (Halys) ile (Philios) Bartın çayı arasındaki
bölgenin adı Paflagonya olarak bilinir ve ilk tarihi yerleşimler M.Ö. 3000 lere
kadar gider. Bölgeye tarih boyunca Gaslar, Hellenler, Romalılar, Bizanslılar,
Selçuklular, Çobanoğlu Beyliği ve son olarak Osmanlılar hakim olmuşturlar.
Türklerin bölgeye girişi 1196 da 2.Kılıçarslanın oğlu Mesut Şah zamanında
olmuştur. Osmanlılar Yıldırım Beyazıt zamanında 1392 yılında hakim olmuşlardır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Safranbolu’nun Osmanlı idaresinde yetiştirdiği 3 önemli
şahsiyet onu devlet nezdinde de itibarlı kılmıştır. Bunlardan ilki Cinci
Hoca veya Karabaşzade Hüseyin Efendi 17.yüz yılda yaşamış Osmanlı sarayının
ünlü üfürükçüsüdür. Akli dengesi bozuk olan Osmanlı padişahı <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/I._%C4%B0brahim"><span style="color: windowtext; text-decoration: none; text-underline: none;">I. İbrahim</span></a>‘i tedavi
etmesiyle ün kazanmıştır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Karabaşzade Hüseyin Efendi <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/Safranbolu"><span style="color: windowtext;">Safranbolu</span></a>‘da doğdu.
Cinlerle iletişim kurduğu gerekçesiyle ünü her yere yayıldı. <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/1642"><span style="color: windowtext;">1642</span></a> yılında <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6sem_Sultan"><span style="color: windowtext;">Kösem Sultan</span></a> tarafından,
Padişah <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/I._%C4%B0brahim"><span style="color: windowtext;">I. İbrahim</span></a>‘i
tedavi etmesi için saraya davet edildi. Tedavisinin başarılı olması üzerine
sadece büyük bir şöhret ve servet sahibi olmakla kalmadı, sarayda devlet
işlerinde söz sahibi de oldu. Kendisine Sultan İbrahim tarafından Galata
Kaymakamlığı verildi. <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/1645"><span style="color: windowtext;">1645</span></a>‘de
memleketi olan Safranbolu’da halen otel olarak kullanılmakta olan, mimarlığını
büyük ihtimalle <a href="http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Koca_Mimar_Kas%C4%B1m_A%C4%9Fa&action=edit&redlink=1"><span style="color: windowtext;">Koca Mimar
Kasım Ağa</span></a>‘nın yaptığı Cinci Han’ı yaptırdı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
İkincisi sadrazam İzzet Mehmet Paşa (d.<a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/1743"><span style="color: windowtext;">1743</span></a>, <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/Safranbolu"><span style="color: windowtext;">Safranbolu</span></a> – ö.<a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/18_Eyl%C3%BCl"><span style="color: windowtext;">18 Eylül</span></a> <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/1812"><span style="color: windowtext;">1812</span></a> <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/Manisa"><span style="color: windowtext;">Manisa</span></a>) <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/III._Selim"><span style="color: windowtext;">III. Selim</span></a> saltanatında
19 Ekim 1794 – 30 Ağustos 1798 tarihleri arasında üç yıl on ay on iki gün <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/Sadrazam"><span style="color: windowtext;">sadrazamlık</span></a> yapmış <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1"><span style="color: windowtext;">Osmanlı</span></a> devlet
adamıdır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Üçüncüsü ise Kaptanıderya Salih Paşadır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Yine Osmanlı devletinin en ünlü sadrazamlarından Köprülü
Memed Paşa ‘nın memuriyeti esnansında Safranbolu’ya sürgün edildiği rivayet
edilir. Hatta kendi adını taşıyan camii, sadrazamlığa terfi edildiği haberini
aldığında vaktini geçirdiği dergahın yerine yaptırdığı ileri sürülür.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
İpek ticareti güzergahında bulunan Safranbolu ticarette
önemli bir rol üstlenir. El sanatları arasında bakırcılık, yemenicilik, el
dokuma kumaşçılık, nalbantlık, saraçlık, semercilik ve ahşap işçiliğini
sayabiliriz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Safranbolu Osmanlı-sivil mimarisinin tüm kentsel dokuda
korunmuş olması dolaysıyla 1976 da Kentsel Sit alanı (1200 tarihi ev var), 1994
de Unesco İnsanlığın ortak Mirası Listesine dâhil edilerek uluslararası olarak
korunma altına alınmıştır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Safranbolu evleri, taş temel üzerine kerpiç dolgulu ahşap
yapılardır. Bölgenin kuzey Anadolu fay hattı üzerinde bulunması dolaysıyla
ahşap yapıların güvenirliğinin tercih edildiği, 1950 lerdeki (beton ağırlıklı
)kentleşmeye meyil etmeyen kentin ormancılık ve kerestecilik faaliyetleri de
göz önüne alınarak ahşap yapı alışkanlığının Osmanlı evresi öncesinde de var
olduğunu söyleyebiliriz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Nitekim 3 odalı pontik yunan evleri de ahşaptandı ve bu
geleneğin Türkler öncesinde de var olduğunun göstergesiydi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Evlerin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz,<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Kapı tokmakları ilginç olup, her kapıda 2 tokmak ve bir
kilit bulunurdu. Kilidi ev sahibi, büyük tokmakları erkek misafirler, ince
tokmağı kadın misafirler kullanırdı. Kapılar 2 kanatlı olup her kanatta birer
halka asılıydı, halkalardan birine ip bağlanırdı. Bu ip gevşek bağlanırsa
“..yakınlardayım birazdan evde olurum..” mesajı; sıkı bağlıysa “.. bugün
uzaklardayım geç geleceğim..” mesaj verilirdi. Evlerin giriş kısımları taştan
olup mahremiyet gereği penceresiz yapılırdı. Üst katları ahşap olan evlerin
birer iç avlusu olurdu. Buraya hayat veya taşlık denirdi.( Yerler taş ise)
Giriş katlar ambar, ahır, samanlık , odunluk ( kışlık odunlar yaz boyu güneşte
kurutulurdu) olarak kullanılırdı. Bahçe yüksek duvarlarla çevrili olup bahçede
asmalar, mevye-sebze yetiştirilirdi. Ahşap yapıların yangın riskine önlem
olarak bahçelerde küçük bir havuz bulunması adettendi. Yangın anında su
tedarikini sağlayan bu havuzlar meyve soğutmak ve bahçeye serinlik vermek için
de kullanılmıştır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Evler konumlandırılırken “göz hakkı-komşu hakkı”
gözetilmiştir. Hiçbiri diğerinin güneş almasını engellemezdi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
İslam örfü gereği haremlik selamlık uygulaması evin bahçe
katında sokağa çıkmayacak olan komşu kadınların birbirlerine ziyaretlerini
sağlayan haremlik kapılarının varlığını zorunlu kılardı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Orta kat kışlık olarak adlandırılırdı. Ortadaki oda sofa
olarak adlandırılır ve kattaki tüm odalar buraya açılırdı. Burada mutfak, kiler
ve yatak odaları mevcuttu. Bu odalardın hepsinde bir aileye gerekli yapılar
mevcuttu. Örneğin dolap, yüklük, banyo vs gibi. Tavanlar yüksek olup tavan
süslemeleri ahşap işçiliğinin güzel örneklerini sunar. Pencerelerde “muşabak”
adı verilen kafesler mevcut olup yine islam yaşam tarzının mimari bir
gereğidir. Yine haremlikle selamlık arasında küçük kubbeli ve dönen dolaplar
mevcuttur. Bunları servis dolabı olarak da adlandırabiliriz. Safranbolu
yılın tüm dönemlerinde günübirlik olarak ziyarete dilebilecek harika bir
destinasyondur. Hem kültüre hem damak tadına hem de görselliği ile büyülü bir
kent.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br />
<span style="color: red;">Baytatil</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-99318315327593343.post-22563338667569852252019-03-07T02:11:00.002-08:002019-03-07T03:30:44.718-08:00Balkan İncelemeleri 1.Bölüm<div>
<br /></div>
<div>
<div class="MsoNormal">
<span style="mso-fareast-language: TR;"> Tİ-T</span>O
Tİ-TO (“SEN ONU YAP, SEN ŞUNU YAP”)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Dağılan Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni oluşturan
ülkelerin; ülkemizde cazip bir turistik destinasyon olmasından sonra Balkanlar
bölgesine epey tur yapma fırsatı buldum. Doğal olarak mevcut ekonomik, sosyal
ve etnik problemleri gözlemlerken “oralı” insanlarla konuşma; tanışma fırsatı
da buldum. Abartısız olarak tüm Balkan ülkelerinde ve her toplumun kesiminden
insanda nostaljik bir tavrın veya geçmişe özlem dolu söylemlerin tanığı oldum.
1990’ lardaki korkunç iç savaşların acımasızlığı karşısında eski dönemleri
yaşayanların dağılma öncesinde tüm bölge halklarının kardeşçe ve barış içinde
bir arada yaşadıklarını onlarca kez işittim. Taraflı tarafsız herkes bölgenin
tüm Güney Slavlarını birada tutan harcın çok karizmatik lider Jozip Bros Tito
olduğunu söylediler.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Jozip
Bros 7 Mayıs 1892 yılında Zagreb’e 63 km uzaklıktaki Kumlovec’te doğar. Baba
Hırvat; Anne Sloven’dir. Ailenin 15 çocuğunun 7 .cisidir. Yoksul
ailenin çocuğu olan Jozip Bros Avusturya, Almanya, Çekya ve İtalya’da metal işçiliği
yaptı. Sosyalist fikirlerle çalıştığı işletme sendikalarında tanıştı.
Hırvatistan Sosyal Demokrat partisine üye olarak aktif siyasete atılsa da;
Avusturya-Macaristan veliahtı Franz Ferdinand’ın Bosnalı Sırp Gavrilo Princip
tarafından öldürülmesi üzerine Sırbistan’a savaş ilanı ile Jozip Bros ülkesinin
askeri olarak (Hırvatistan) Sırbistan’a gönderilecek; ancak savaş karşıtı
olmasından ötürü ilk cezaevi deneyimini tadacaktır. (Petrovaradin/Novi Sad)
Cezaevinden sonra tekrar askere alına Jozip Bros Moldova cephesinde yaralanarak
Ruslara esir düşecektir. Ağır yaralı Jozip Bros 13 ay hastanede geçirdikten
sonra Çar yanlısı askerlerin elinden kurtularak; ideolojik olarak yakınlık
duyduğu Bolşeviklere katılacaktır. Rus iç savaşında Bolşevikler tarafında 3 yıl
savaşır. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
1920
de yurduna döner ve Yugoslavya Komünist partisinin kurucuları arasında yer
alır; 8 yıllık siyasi mücadele sonunda 6 yıl hapiste kalır ve 1934’te serbest kalır.
Bu yıllar içinde Türkiye dâhil pek çok ülkeyi ziyaret eder. Hemen hepsi farklı
kimlikler ve farklı işlerle ilgili olup; komünist ideolojisi uğrunadır. Bu
zaman zarfında ayrıca İspanya İç Savaşına katılım gösteren Enternasyonal
Tugaylarının İspanya’ya geçişini organize eder. (Bu özelliği aşağıda
değineceğimiz Partizan yapılanmasında kendisine büyük avantaj
sağlayacaktır.) Tabii artık tüm dünyayı tehdit eden Faşist Almanya tehdidi
ülkesini de tehdit etmektedir.<br />
<!--[if !supportLineBreakNewLine]--><br style="mso-special-character: line-break;" />
<!--[endif]--><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Mücadelesi sadece Nazilerle olmayıp onların işbirlikçileri
konumundaki ve Hırvatistan’da kurulan ve Nazilerle işbirliği yapan Ustaşa
Hareketi (Ante Pavelic), Sırbistan monarşisinin destekçisi ırkçı
Çetnik hareketi (Draza Mihajlovic) ve Benito Musollini’nin liderliğini ettiği
İtalyan “Kara Gömlekliler” dir. Bunlar Jozip Bros’un hayali olan bağımsız birleşik
bir Yugoslavyanın en büyük düşmanı konumundadır. Savaş sonrası eşitlik sözü
verdiği çok uluslu Balkan halklarını bir arada tutmak tüm bu unsurlarla
mücadeleyi ve savaşı gerektirir. Tüm dünyada büyük saygı ve destek görecek;
uğruna şarkılar, marşlar ve hikâyeler anlatılan “Partizan” gerilla hareketini
kuran Jozip Bros tüm ayrılıkçı ve milliyetçi söylemleri reddederek efsanevi
Neretva Direnişi ile Nazi ilerleyişini 1943 yılında püskürttükten sonra tüm
Yugoslav halklarının tartışmasız doğal lideri olmuştur. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Yugoslav halklarının Jozip Broz’a güvenmelerinin başkaca
sebepleri de olmuştur. Nitekim Alman ilerleyişine karşı koyamayan Yugoslavya
kralı (2.Petar) kaçarak soluğu İngiltere’de almıştır. Slovenya’nın büyük bölümü
Almanya’ya bağlanmıştır; İtalya Arnavutluk ve Dalmaçya’yı işgal etmiş ve
Kosova’yı da almıştır, Voyvodina’yı Macarlar işgal etmiştir (Macarlar da
Nazilerle işbirliği yapmıştır), Sırbistan ve Makedonya bölgeleri de Bulgarlara
bırakılmıştır. Tüm bu parçalanmayı gören halkların Bosna Hersek’i mücadelesinin
merkezi yapan Jozip Bros’a inançları özellikle Nazi ilerleyişinin durdurulması
ile doruğa ulaşmıştır. Jozip Bros hem düşmanlarıyla mücadele ederken bir
taraftan da insanları Partizan tarafına çekme adına gerektiğinde aşiret
liderleriyle bile yüz yüze görüşmeler yaparak onları bağımsızlık uğruna
savaşmaya ikna ediyordu.(Kosova/Brka Blerim)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
1942’de Yugoslavya Antifaşist Ulusal Konseyini
toplayan Jozip Bros tüm halklara eşitlik temelinde özgür ve bağımsız bir
birleşik devletin temeli atılmış oldu. 29 Kasım 1943’te Yugoslavya Sosyalist
federal devletinin kuran Josibp Bros 1945 yılında savaşın galibi olarak
Belgrad’a girer. Partizan hareketi tüm dünyada büyük saygı ve takdir kazanır.
(Patizan hareketinin temel nüvesini çok ilginç olarak İspanya iç savaşına katılan
1300 dolayında çok deneyimli Komünist güney Slav gerillanın oluşturduğunu da
eklemek isterim.)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
6 federatif ve 2 özerk ülkeden oluşan Yugoslavya (Güneyslav
Birliği) sosyalist dünyanın yıldızı durumuna yükselir. Ülkede 4 resmi dil ve 2
farklı alfabe kullanılmış, 3 ayrı din ve 20’ye yakın farklı etnik kökenden
insan yaşamıştır. Örgütçü kişiliği ve herkese görev vermesinden dolayı Ti-To
(sen onu yap, sen şunu yap tekerlemesinden esinlenerek) Tito lakabını
alır. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Karizmatik
lider Jozip Bros Tito bağımsızlık ilkesine o kadar bağıldır ki Komünist
dünyanın lider konumundaki Sovyetler birliğinden bile talimat almayı reddederek
sosyalist tarihte farklı bir sosyalizm anlayışı getirmiştir. Özellikle “milli”
sosyalizm adı verilecek olan ve ekonomik işletmelerde özyönetim olarak
tanımlanan, yurttaşlarına seyahat, sanat ve kültürel faaliyet serbestisi
tanıyan sistemi Sovyetlerden büyük tepki çekecek ve Yugoslavya Kominternden
“değişimci ve batı işbirlikçisi olması suçlamalarıyla” çıkarılacaktır. Tito tüm
dünyayı hayrete düşürecek ve Stalin yönetimine karşı gelecektir. Ülkesinin
kalkınması ülküsünden yola çıkarak tüm dünya ile ilişkiler kuracaktır. Hatta ne
Doğu blokuna ne de Kapitalist blokuna dâhil olmayan ve hemen hepsi eski sömürge
ülke durumunda olan 3. Dünya ülkelerine önderlik ederek; Dünya Bağlantısızlar
hareketini oluşturacaktır. Yugoslavya, Cezayir, Mısır, Hindistan, Küba,
Endonezya vs gibi yüzden fazla ülkeyi biraya getiren Tito tarihte ilk kez
sömürgeci olmayan “beyaz adam” olarak 3. Dünya ülkelerine el uzatan adam olarak
tarihe geçmiştir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Ülkesini dışa bağımlılıktan kurtararak kendi milli
sanayisini oluşturan Yugoslavya kendi silahlarını, uçaklarını, gemilerini,
arabalarını, makinalarını, tekstil ve tarım işletmelerini tüm dünyaya
pazarlayacaktır. Etnik köken, dinsel farklılıklar gibi sorun teşkil edecek
hususların da anayasal olarak çözüme ulaştırılmasından sonra refahın da
paylaşılmasıyla halkta müthiş bir memnuniyet oluştu. Farklılıklar refahın
artmasıyla görülmez olmuş; birlik ve kardeşlik duyguları tüm etnik kökenlerde
hissedilmiştir. 1974’te ömür boyu Başkanlığa seçilen Tito 4 Mayıs 1980 de
yaşamını yitirmiştir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Soğuk
savaş döneminde propaganda aracı olarak kullanılan medyada (Ana akım-
mainstream) Tito’nun kimi özellikleri özellikle çarpıtılarak aktarılmıştır.
Bunlardan en fazla öne çıkan kendisinin zalim bir diktatör
olduğudur (şüphesiz
kim Abd-Kapitalizm karşıtıysa diktatördü) bunun yanında lüks tüketim araçlarına
çok düşkün olduğu propagandası, kadınlara düşkün olduğu propagandası, viskiye
düşkünlüğü propagandası vb dir. İç savaşlar sonrası kan gölüne dönen bölge ve
işlenen savaş suçları düşünüldüğünde halkları aşırı milliyetçilikten uzak
tutarak neleri başardığını daha iyi anlıyoruz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Etnik ve dini aşırılıklara hiç yaşam alanı tanımadan tüm
Yugoslavya haklarını barış ve huzur içinde tutmayı beceren bu büyük devlet
adamının bağımsızlık mücadelesi veren Anadolu halkına da büyük saygısı vardı.
Bunu 12 Mart 1978 deki Yugoslavya’nın kuruluş Yıldönümündeki tarihi konuşmasında
şöyle ifade eder:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Ülkemiz kristal bir küredir. Ben Josip Broz Tito, bu küreyi
ellerimle tutarak değil alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim
nefesim tükendiğinde birisi bu görevi devralır. Yoksa kristal küre yere
düşer ve tuz buz olur... İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması başka
bağımsız ülkelere kalır. Nasır, (Mısırın ilerici Başbakanı ) benim dostumdur ancak
ondan önce dünyanın geleceğinin korunması Anadolu’ya düşer. Anadolu’da
Kemalistler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden
Anadolu, dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır.”<o:p></o:p></div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<span style="color: red;"><span style="background-color: white;">Baytatil</span></span></div>
Mehmet Ulusoyhttp://www.blogger.com/profile/07783501818116882097noreply@blogger.com0