Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

7 Mart 2019 Perşembe

KARSMANİA*

Kars bu yılın en çok ilgi çeken destinasyonu oldu. Normalde ilgisi oldukça düşmüş bulunan Doğu Ekspresi gerçekten altın günlerini yaşıyor. Kentli insanlarımız Ankara’dan her gün saat 18.00 de hareket ederek; Kırıkkale-Sivas-Erzincan-Erzurum ve Kars güzergahını ancak 24 saatte tamamlayan bu nostaljik yolculuğa aşırı ilgi gösteriyor. Bu ilgiden önce sadece 1 yataklı ve sadece 1 kuşetli vagonla seyahat eden Doğu Ekspresi grup taleplerine yetişemez hale getirmiş durumda. Sırada yetkililere göre 11.000 yolcu varmış. Şu an kapasitesinin çok üstünde seyahat ediyor; yani 5 yataklı ve 2 kuşetli vagonla. Trenin normal koşullardaki yük kapasitesi 380 ton iken artık ek seferlerden dolayı daha büyük bir lokomotifin eklenmesiyle yük 720 tona çıkmış bulunuyor.
Tren yolculuğu özellikle genç insanları çeker hale gelmiş; onlar da Kars Kültür gezisi tutkunu durumdalar. Yataklı vagonlarının camlarını rengarenk ışıklarla süsleyenlerden, kuşetli vagonlardaki iskambil oyunlarına, yemekli vagonlarda karnını 24 saat doyuranlarla bir çok “ritüel” oluşmuş durumda. Genç insanlarımızın Türkiye’nin doğusuna yaptıkları bu seyahatin bugüne değin oluşmuş yerleşik yargıları değiştireceğine inanıyorum. 
Yolculuk sonunda Kars tren garına gelen konuklar ya münferiden taksilerle ya da seyahat acenteleri eliyle rezervasyonları yapılmış bulunan otellerine doğru yol alıyorlar. Kars’taki etkinlikler ise; mutlaka Ani Harabelerinin ziyaret edilmesi, Çıldır Gölüne giderek donmuş göl üzerinde atlı kızak turlarına katılma, buzun kırılan yerlerinde “sarı balık” denilen; ve bildiğimiz Sazanlardan lezzeti itibariyle ayrılan balıkların heyecanlı yakalanma anının izlenmesi ve nihayet lezzetli sarı sazan balığın tadılması olarak sıralanabilir.
Ayrıca Sarıkamış gezisi ve Doğubayazıt İshakpaşa sarayının gezilmesi de kimi acentelerce veya münferiden yapılmakta. Kars merkezindeki 40 yıllık Rus hâkimiyeti sırasında inşa edilen Baltık mimarisindeki kesme taş yapıların gezilmesi ise Kars’ın Milli mücadele sonunda Türkiye’ye iade tarihi olan Brest-Litovsk antlaşmasının üzerinden 101 yıl geçmiş olmasına rağmen halen canlılığını ve ihtişamını korumuş durumda. Eski Valilik Binası, Defterdarlık Binası, tarihi okullar, Eski Opera Binası, demir Köprü ve pek çok başka bina yöredeki volkanik bazalt taşının büyük bir özenle kesilmesi ve üstün bir taş işçiliğiyle sizleri beklemekte.
Kısa bir süre önce açılan bir müze ise Kars gezilerine ayrı bir hava kazandırmış. Türkiye’de 46 tabya ile en fazla tabya bulunduran Kars şehrinin merkezinde bulunan “Kanlı Tabya” muazzam bir müze haline getirilmiş. Bir Rus baskınında şehit olan 200 askerimizin anıları ( ve çarıkları) çok canlı olarak ve teknolojik gerekler kullanılarak gösterilmektedir. Mutlaka ziyaret etmenizi öneriyorum.
 Tabii Osmanlı –Rus harbinden sonra bölgeye gelen Malakanların hikâyeleri, 93 harbinin, Sarıkamış Felaketinin ve Kafkas cephesinin hikâyeleri ile gezi daha da farklı anlamlar kazanıyor.
Kayakçıların da ilgisini çekecek olan Sarıkamış kayak bölgesini de ziyaret ediyor Kars yolcuları… Dileyenler telesiyejle zirveye çıkıyor, dileyenler kızakla eğleniyor, dileyenler de kar topu oynuyor…
Kars ili tarihinde hiç bu kadar Kültür Turistiyle karşılaşmamış. Doğal olarak hizmet verecek işletme sayısının azlığından dolayı bir yoğunluk yaşanmıyor değil. Yöresel ürünleri ve mutfağıyla da çok iddialı bulunan Kars şehri özellikle Kars Kazı, Piti Yemeği, elevik Çorbası ve Ketesiyle herkese ve her damak tadına hitap etmesini biliyor. Türkiye’nin her yerinde nam salmış Kaşar, Gravyer ve Çeçil peynirleri de ziyaretçi akımından nasibini almış durumda; birçok esnaf mal yetiştirmekte zorluk çekiyor.
Karsmania; Kars çılgınlığı olarak adlandırılabilir.

Baytatil

Safranbolu

İlk olarak Türk kültüründe şehir isimlerinin ilke olarak Türkçeleştirilmediği; ancak ayrılıkçılık tehlikesi gözlemlendiğinde yerel isimlerin Türkçeleştirildiği söylenebilir. Yerel isimler; Türkçe'mizin fonetiğine uydurulmak suretiyle bugünümüze kadar gelmiştir. Safranbolu adının ilk görüş Helen geleneğindeki “polis” , kent sözcüğünün “bolu” olarak değiştirilmesi sonucu oluştuğu görüşüdür.
Ancak Safran sözcüğü gerçek manasında kullanılmış; kentin adı “Safranşehri” olmuştur. Bir diğer görüşe göre kentin adı “Zafiranborglu” iken Safranbolu olmuştur.”Borglu” eki kale manasını taşımakta olup yine “Safrankalesi” manasında;  “borglu” ifadesi de “bolu” olarak değişmiştir.
Her iki görüşün ortak yönü safran tarımının çok önemli yere sahip olması gerçeğidir. Türkiyenin sadece bu yöresinde yetişmekte olan safran bitkisi (Crocs savitus) soğangillerdendir.

Ekim ayında çiçek açan safranın çiçeği mor renkli olup; içindeki turuncu renkli tepecikler toplanır. Bu işlem tek tek elle yapıldığı için çok zahmetlidir, bu yüzden tarih boyunca hep altından daha pahalı olmuştur.
Elle toplanan toz elekler üzerine yayılıp kömür ateşinde kurutulur.
10 gram safran için 1430 tepecik gerekir. Baharat olarak kullanıldığında içine katıldığı yiyeceklere sarı renk verir. (Ekmek, pilav, balık) Safran halen Safranbolu'da tüketilen meşhur bir Osmanlı tatlısı olan Zerde’de kullanılır.Yine eczacılıkta iştah açıcı ve sinir sistemi uyarıcısı olarak kullanılmaktadır. Yaygın kullanımı boyama işlemi için olup; kendi ağırlığının 100.000 (yüzbin) katı suyu kendi rengine boyar.( Budist rahip giysileri bu yolla renklendirilimiştir)

Karabük Demir Çelik fabrikasının 1937’de açılması ile birlikte köylülerin tercihlerini devlet kapısı yönünde kullanmaları sonucu safran tarımı bitme noktasına gelmiştir. Merkeze 28 km uzaklıktaki Davutoba köyünde sembolik safran tarımı yapılmaktadır.

Her yıl Eylül ayında “Altın Safran Belgesel Film Festivali” düzenlenmektedir.

Kızılırmak (Halys) ile (Philios) Bartın çayı arasındaki bölgenin adı Paflagonya olarak bilinir ve ilk tarihi yerleşimler M.Ö. 3000 lere kadar gider. Bölgeye tarih boyunca Gaslar, Hellenler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Çobanoğlu Beyliği ve son olarak Osmanlılar hakim olmuşturlar. Türklerin bölgeye girişi 1196 da 2.Kılıçarslanın oğlu Mesut Şah zamanında olmuştur. Osmanlılar Yıldırım Beyazıt zamanında 1392 yılında hakim olmuşlardır.
Safranbolu’nun Osmanlı idaresinde yetiştirdiği 3 önemli şahsiyet onu devlet nezdinde de itibarlı kılmıştır. Bunlardan ilki  Cinci Hoca veya Karabaşzade Hüseyin Efendi 17.yüz yılda yaşamış Osmanlı sarayının ünlü üfürükçüsüdür. Akli dengesi bozuk olan Osmanlı padişahı I. İbrahim‘i tedavi etmesiyle ün kazanmıştır.
Karabaşzade Hüseyin Efendi Safranbolu‘da doğdu. Cinlerle iletişim kurduğu gerekçesiyle ünü her yere yayıldı. 1642 yılında Kösem Sultan tarafından, Padişah I. İbrahim‘i tedavi etmesi için saraya davet edildi. Tedavisinin başarılı olması üzerine sadece büyük bir şöhret ve servet sahibi olmakla kalmadı, sarayda devlet işlerinde söz sahibi de oldu. Kendisine Sultan İbrahim tarafından Galata Kaymakamlığı verildi. 1645‘de memleketi olan Safranbolu’da halen otel olarak kullanılmakta olan, mimarlığını büyük ihtimalle Koca Mimar Kasım Ağa‘nın yaptığı Cinci Han’ı yaptırdı.
İkincisi sadrazam İzzet Mehmet Paşa (d.1743Safranbolu – ö.18 Eylül 1812 ManisaIII. Selim saltanatında 19 Ekim 1794 – 30 Ağustos 1798 tarihleri arasında üç yıl on ay on iki gün sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.
Üçüncüsü ise Kaptanıderya Salih Paşadır.
Yine Osmanlı devletinin en ünlü sadrazamlarından Köprülü Memed Paşa ‘nın memuriyeti esnansında Safranbolu’ya sürgün edildiği rivayet edilir. Hatta kendi adını taşıyan camii, sadrazamlığa terfi edildiği haberini aldığında vaktini geçirdiği dergahın yerine yaptırdığı ileri sürülür.
İpek ticareti güzergahında bulunan Safranbolu ticarette önemli bir rol üstlenir. El sanatları arasında bakırcılık, yemenicilik, el dokuma kumaşçılık, nalbantlık, saraçlık, semercilik ve ahşap işçiliğini sayabiliriz.
Safranbolu Osmanlı-sivil mimarisinin tüm kentsel dokuda korunmuş olması dolaysıyla 1976 da Kentsel Sit alanı (1200 tarihi ev var), 1994 de Unesco İnsanlığın ortak Mirası Listesine dâhil edilerek uluslararası olarak korunma altına alınmıştır.
Safranbolu evleri, taş temel üzerine kerpiç dolgulu ahşap yapılardır. Bölgenin kuzey Anadolu fay hattı üzerinde bulunması dolaysıyla ahşap yapıların güvenirliğinin tercih edildiği, 1950 lerdeki (beton ağırlıklı )kentleşmeye meyil etmeyen kentin ormancılık ve kerestecilik faaliyetleri de göz önüne alınarak ahşap yapı alışkanlığının Osmanlı evresi öncesinde de var olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim 3 odalı pontik yunan evleri de ahşaptandı ve bu geleneğin Türkler öncesinde de var olduğunun göstergesiydi.
Evlerin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz,
Kapı tokmakları ilginç olup, her kapıda 2 tokmak ve bir kilit bulunurdu. Kilidi ev sahibi, büyük tokmakları erkek misafirler, ince tokmağı kadın misafirler kullanırdı. Kapılar 2 kanatlı olup her kanatta birer halka asılıydı, halkalardan birine ip bağlanırdı. Bu ip gevşek bağlanırsa “..yakınlardayım birazdan evde olurum..” mesajı; sıkı bağlıysa “.. bugün uzaklardayım geç geleceğim..” mesaj verilirdi. Evlerin giriş kısımları taştan olup mahremiyet gereği penceresiz yapılırdı. Üst katları ahşap olan evlerin birer iç avlusu olurdu. Buraya hayat veya taşlık denirdi.( Yerler taş ise) Giriş katlar ambar, ahır, samanlık , odunluk ( kışlık odunlar yaz boyu güneşte kurutulurdu) olarak kullanılırdı. Bahçe yüksek duvarlarla çevrili olup bahçede asmalar, mevye-sebze yetiştirilirdi. Ahşap yapıların yangın riskine önlem olarak bahçelerde küçük bir havuz bulunması adettendi. Yangın anında su tedarikini sağlayan bu havuzlar meyve soğutmak ve bahçeye serinlik vermek için de kullanılmıştır.
Evler konumlandırılırken “göz hakkı-komşu hakkı” gözetilmiştir. Hiçbiri diğerinin güneş almasını engellemezdi.
İslam örfü gereği haremlik selamlık uygulaması evin bahçe katında sokağa çıkmayacak olan komşu kadınların birbirlerine ziyaretlerini sağlayan haremlik kapılarının varlığını zorunlu kılardı.
Orta kat kışlık olarak adlandırılırdı. Ortadaki oda sofa olarak adlandırılır ve kattaki tüm odalar buraya açılırdı. Burada mutfak, kiler ve yatak odaları mevcuttu. Bu odalardın hepsinde bir aileye gerekli yapılar mevcuttu. Örneğin dolap, yüklük, banyo vs gibi. Tavanlar yüksek olup tavan süslemeleri ahşap işçiliğinin güzel örneklerini sunar. Pencerelerde “muşabak” adı verilen kafesler mevcut olup yine islam yaşam tarzının mimari bir gereğidir. Yine haremlikle selamlık arasında küçük kubbeli ve dönen dolaplar mevcuttur. Bunları servis dolabı olarak da  adlandırabiliriz. Safranbolu yılın tüm dönemlerinde günübirlik olarak ziyarete dilebilecek harika bir destinasyondur. Hem kültüre hem damak tadına hem de görselliği ile büyülü bir kent.

Baytatil

Balkan İncelemeleri 1.Bölüm


 Tİ-TO Tİ-TO  (“SEN ONU YAP, SEN ŞUNU YAP”)
Dağılan Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni oluşturan ülkelerin; ülkemizde cazip bir turistik destinasyon olmasından sonra Balkanlar bölgesine epey tur yapma fırsatı buldum. Doğal olarak mevcut ekonomik, sosyal ve etnik problemleri gözlemlerken “oralı” insanlarla konuşma; tanışma fırsatı da buldum. Abartısız olarak tüm Balkan ülkelerinde ve her toplumun kesiminden insanda nostaljik bir tavrın veya geçmişe özlem dolu söylemlerin tanığı oldum. 1990’ lardaki korkunç iç savaşların acımasızlığı karşısında eski dönemleri yaşayanların dağılma öncesinde tüm bölge halklarının kardeşçe ve barış içinde bir arada yaşadıklarını onlarca kez işittim. Taraflı tarafsız herkes bölgenin tüm Güney Slavlarını birada tutan harcın çok karizmatik lider Jozip Bros Tito olduğunu söylediler.
                Jozip Bros 7 Mayıs 1892 yılında Zagreb’e 63 km uzaklıktaki Kumlovec’te doğar. Baba Hırvat; Anne Sloven’dir.  Ailenin 15 çocuğunun 7 .cisidir.  Yoksul ailenin çocuğu olan Jozip Bros Avusturya, Almanya, Çekya ve İtalya’da metal işçiliği yaptı. Sosyalist fikirlerle çalıştığı işletme sendikalarında tanıştı. Hırvatistan Sosyal Demokrat partisine üye olarak aktif siyasete atılsa da; Avusturya-Macaristan veliahtı Franz Ferdinand’ın Bosnalı Sırp Gavrilo Princip tarafından öldürülmesi üzerine Sırbistan’a savaş ilanı ile Jozip Bros ülkesinin askeri olarak (Hırvatistan) Sırbistan’a gönderilecek; ancak savaş karşıtı olmasından ötürü ilk cezaevi deneyimini tadacaktır. (Petrovaradin/Novi Sad) Cezaevinden sonra tekrar askere alına Jozip Bros Moldova cephesinde yaralanarak Ruslara esir düşecektir. Ağır yaralı Jozip Bros 13 ay hastanede geçirdikten sonra Çar yanlısı askerlerin elinden kurtularak; ideolojik olarak yakınlık duyduğu Bolşeviklere katılacaktır. Rus iç savaşında Bolşevikler tarafında 3 yıl savaşır. 
                1920 de yurduna döner ve Yugoslavya Komünist partisinin kurucuları arasında yer alır; 8 yıllık siyasi mücadele sonunda 6 yıl hapiste kalır ve 1934’te serbest kalır. Bu yıllar içinde Türkiye dâhil pek çok ülkeyi ziyaret eder. Hemen hepsi farklı kimlikler ve farklı işlerle ilgili olup; komünist ideolojisi uğrunadır. Bu zaman zarfında ayrıca İspanya İç Savaşına katılım gösteren Enternasyonal Tugaylarının İspanya’ya geçişini organize eder. (Bu özelliği aşağıda değineceğimiz Partizan yapılanmasında kendisine büyük avantaj sağlayacaktır.) Tabii artık tüm dünyayı tehdit eden Faşist Almanya tehdidi ülkesini de tehdit etmektedir.

Mücadelesi sadece Nazilerle olmayıp onların işbirlikçileri konumundaki ve Hırvatistan’da kurulan ve Nazilerle işbirliği yapan Ustaşa Hareketi (Ante Pavelic),  Sırbistan monarşisinin destekçisi ırkçı Çetnik hareketi (Draza Mihajlovic) ve Benito Musollini’nin liderliğini ettiği İtalyan “Kara Gömlekliler” dir. Bunlar Jozip Bros’un hayali olan bağımsız birleşik bir Yugoslavyanın en büyük düşmanı konumundadır. Savaş sonrası eşitlik sözü verdiği çok uluslu Balkan halklarını bir arada tutmak tüm bu unsurlarla mücadeleyi ve savaşı gerektirir. Tüm dünyada büyük saygı ve destek görecek; uğruna şarkılar, marşlar ve hikâyeler anlatılan “Partizan” gerilla hareketini kuran Jozip Bros tüm ayrılıkçı ve milliyetçi söylemleri reddederek efsanevi Neretva Direnişi ile Nazi ilerleyişini 1943 yılında püskürttükten sonra tüm Yugoslav halklarının tartışmasız doğal lideri olmuştur. 
Yugoslav halklarının Jozip Broz’a güvenmelerinin başkaca sebepleri de olmuştur. Nitekim Alman ilerleyişine karşı koyamayan Yugoslavya kralı (2.Petar) kaçarak soluğu İngiltere’de almıştır. Slovenya’nın büyük bölümü Almanya’ya bağlanmıştır; İtalya Arnavutluk ve Dalmaçya’yı işgal etmiş ve Kosova’yı da almıştır, Voyvodina’yı Macarlar işgal etmiştir (Macarlar da Nazilerle işbirliği yapmıştır), Sırbistan ve Makedonya bölgeleri de Bulgarlara bırakılmıştır. Tüm bu parçalanmayı gören halkların Bosna Hersek’i mücadelesinin merkezi yapan Jozip Bros’a inançları özellikle Nazi ilerleyişinin durdurulması ile doruğa ulaşmıştır. Jozip Bros hem düşmanlarıyla mücadele ederken bir taraftan da insanları Partizan tarafına çekme adına gerektiğinde aşiret liderleriyle bile yüz yüze görüşmeler yaparak onları bağımsızlık uğruna savaşmaya ikna ediyordu.(Kosova/Brka Blerim)
 1942’de Yugoslavya Antifaşist Ulusal Konseyini toplayan Jozip Bros tüm halklara eşitlik temelinde özgür ve bağımsız bir birleşik devletin temeli atılmış oldu. 29 Kasım 1943’te Yugoslavya Sosyalist federal devletinin kuran Josibp Bros 1945 yılında savaşın galibi olarak Belgrad’a girer. Partizan hareketi tüm dünyada büyük saygı ve takdir kazanır. (Patizan hareketinin temel nüvesini çok ilginç olarak İspanya iç savaşına katılan 1300 dolayında çok deneyimli Komünist güney Slav gerillanın oluşturduğunu da eklemek isterim.)
6 federatif ve 2 özerk ülkeden oluşan Yugoslavya (Güneyslav Birliği) sosyalist dünyanın yıldızı durumuna yükselir. Ülkede 4 resmi dil ve 2 farklı alfabe kullanılmış, 3 ayrı din ve 20’ye yakın farklı etnik kökenden insan yaşamıştır. Örgütçü kişiliği ve herkese görev vermesinden dolayı Ti-To (sen onu yap, sen şunu yap tekerlemesinden esinlenerek) Tito lakabını alır.     
                Karizmatik lider Jozip Bros Tito bağımsızlık ilkesine o kadar bağıldır ki Komünist dünyanın lider konumundaki Sovyetler birliğinden bile talimat almayı reddederek sosyalist tarihte farklı bir sosyalizm anlayışı getirmiştir. Özellikle “milli” sosyalizm adı verilecek olan ve ekonomik işletmelerde özyönetim olarak tanımlanan, yurttaşlarına seyahat, sanat ve kültürel faaliyet serbestisi tanıyan sistemi Sovyetlerden büyük tepki çekecek ve Yugoslavya Kominternden “değişimci ve batı işbirlikçisi olması suçlamalarıyla” çıkarılacaktır. Tito tüm dünyayı hayrete düşürecek ve Stalin yönetimine karşı gelecektir. Ülkesinin kalkınması ülküsünden yola çıkarak tüm dünya ile ilişkiler kuracaktır. Hatta ne Doğu blokuna ne de Kapitalist blokuna dâhil olmayan ve hemen hepsi eski sömürge ülke durumunda olan 3. Dünya ülkelerine önderlik ederek; Dünya Bağlantısızlar hareketini oluşturacaktır. Yugoslavya, Cezayir, Mısır, Hindistan, Küba, Endonezya vs gibi yüzden fazla ülkeyi biraya getiren Tito tarihte ilk kez sömürgeci olmayan “beyaz adam” olarak 3. Dünya ülkelerine el uzatan adam olarak tarihe geçmiştir.
Ülkesini dışa bağımlılıktan kurtararak kendi milli sanayisini oluşturan Yugoslavya kendi silahlarını, uçaklarını, gemilerini, arabalarını, makinalarını, tekstil ve tarım işletmelerini tüm dünyaya pazarlayacaktır. Etnik köken, dinsel farklılıklar gibi sorun teşkil edecek hususların da anayasal olarak çözüme ulaştırılmasından sonra refahın da paylaşılmasıyla halkta müthiş bir memnuniyet oluştu. Farklılıklar refahın artmasıyla görülmez olmuş; birlik ve kardeşlik duyguları tüm etnik kökenlerde hissedilmiştir. 1974’te ömür boyu Başkanlığa seçilen Tito 4 Mayıs 1980 de yaşamını yitirmiştir.
                Soğuk savaş döneminde propaganda aracı olarak kullanılan medyada  (Ana akım- mainstream) Tito’nun kimi özellikleri özellikle çarpıtılarak aktarılmıştır. Bunlardan en fazla öne çıkan kendisinin zalim bir diktatör olduğudur          (şüphesiz kim Abd-Kapitalizm karşıtıysa diktatördü) bunun yanında lüks tüketim araçlarına çok düşkün olduğu propagandası, kadınlara düşkün olduğu propagandası, viskiye düşkünlüğü propagandası vb dir. İç savaşlar sonrası kan gölüne dönen bölge ve işlenen savaş suçları düşünüldüğünde halkları aşırı milliyetçilikten uzak tutarak neleri başardığını daha iyi anlıyoruz.
Etnik ve dini aşırılıklara hiç yaşam alanı tanımadan tüm Yugoslavya haklarını barış ve huzur içinde tutmayı beceren bu büyük devlet adamının bağımsızlık mücadelesi veren Anadolu halkına da büyük saygısı vardı. Bunu 12 Mart 1978 deki Yugoslavya’nın kuruluş Yıldönümündeki tarihi konuşmasında şöyle ifade eder:
Ülkemiz kristal bir küredir. Ben Josip Broz Tito, bu küreyi ellerimle tutarak değil alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim nefesim tükendiğinde birisi bu görevi devralır. Yoksa kristal küre yere düşer ve tuz buz olur... İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması başka bağımsız ülkelere kalır. Nasır, (Mısırın ilerici Başbakanı ) benim dostumdur ancak ondan önce dünyanın geleceğinin korunması Anadolu’ya düşer. Anadolu’da Kemalistler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden Anadolu, dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır.”

Baytatil

5 Mart 2019 Salı

İstanbul’da bir Yürüyüş Rotası


İstanbul turlarımızın en çok ilgi çeken noktalarından biri de Taksim-Karaköy yürüyüşleridir. Osmanlı döneminde kurulan bir su deposu ve suyun taksim edilmesinden dolayı “Taksim” olarak anılan semt; siyasi olayların öbeğindeki meydandan dolayı daha da ünlü hale gelmiştir. Meydanda bulunan Atatürk anıtının mimarı İtalyan Canonica; ayrıca Ankara Etnoğrafya müzesi önündeki atlı Atatürk heykelini, Sıhhiyedeki Mareşal Atatürk heykelini ve İzmir’deki Atatürk heykelinin de heykeltıraşlığını yapmıştır.
Gruplarımız ile meydanı gezdikten sonra genellikle ünlü İstiklal caddesine çıkarız. Bu caddede günlük 400 bin ile 2 milyon yayanın yürüdüğü; 1,5 km uzunluğunda çok önemli bir caddedir. Bu cadde ve semtin gelişimi Bizans sonrası döneme tarihlenir. Nüfusun çoğunluğu halen Sur içinde yaşadığı dönemde buraya karşı yaka anlamına gelen “Pera” adı verilir ve çoğunluğu gayrimüslim ticaret erbabı olmak üzere İtalya başta olmak üzere tüm Avrupa’dan tüccar kısmının yerleştiği bir semt halini alır. Muntazam ve modern çok katlı yapıların, hanların, eğlence mekânı ile lokantaların açılmasıyla “büyük cadde” bugünkü ışıltılı günlerine göz kırpmaktadır. Sarayın caddeye ilk yerleşimi ise bu caddeye açılan Mevlevihane ile 15.yyın sonlarına denk gelir. Derken elçiliklerin açılması, bankaların açılması,  okulların açılması, ibadethanelerin açılması ile cadde büyük bir sosyal çekim merkezi halini alır. Tiyatroların, kabarelerin açılması yine cemiyet hayatının orta yerine oturmasında etkili olur. Caddenin lüks yapılarla donatılması ise Tanzimat dönemine denk gelir ve birbirinden güzel Barok-Art Noveau yapılarla donanır ki Avrupa’da olduğumuz hissi oluşur. Tünelin inşası ve tramvay hattının oluşması; Osmanlının tüm etnik mozaiğinin ve Avrupai yaşam tarzını özleyenleri de çekerek müthiş bir görsellik ve yaşam tarzı yansıtır. Konuklarımız ile bu çok kozmopolit caddeyi geçtikten sonra tünelin dibinden eskiden “yüksek kaldırım” diye bilinen; (şiirlere konu olmuş) yokuşu aşağıya doğru inerek Galata kulesine ulaşırız. Yoldaki gitarcılara bakarken müzik enstrümanlarının merkezi olduğunu anlamış oluruz. İstanbul’un simgelerinden olan ve 6.yy da fener olarak inşa edilen yapının asansörle çıktığımızı seyir terasından unutulmaz bir Haliç ve boğaz manzarasının tanığı oluruz. Yürüyüşümüzü sürdürerek Galata köprüsüne gider ve oltalarıyla balık tutan insanları gözlemlemeye çalışırız. Hangi sebepten tutuyorlar acaba? Karın doyurmacasına mı, keyfine mi, stresten uzaklaşmasına mı diye düşünür dururuz. Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un İstanbul adlı eserindeki hüzün ve melankoli ile de; Ahmet Hamdi’nin tutkulu İstanbul aşkı ile de dolabiliyoruz. Kısaca muhteşem kent herkeste farklı duyguların depreşmesine sebebiyet veriyor. Yürüyüşümüz devam ediyor… Nereye gideceğimize siz de karar verebilirsiniz. Rehberiniz sizi üzmeyecektir. İstanbul turlarımızda görüşmek dileğiyle…

Baytatil

Ah Bir Ataş Ver…




Çanakkale hepimizde birçok duygunun yoğun olarak yaşanmasına sebep olan; birçok acı ve gurur dolu tarihi olayların yaşandığı anıtsal değere sahip bir ilimizdir. Mitolojik öykülerin ihtişamı bir yana 1915 savaşları sırasında ülke savunmasında canını dişine takan ve yoklukla mücadele eden gencecik insanların kahramanlık öyküleriyle doludur Çanakkale’nin dağı- taşı-denizi. Bunların arasında şüphesiz başta Seyit Onbaşı, Yahya Çavuş, Nazmi Bey, Cevat Paşa, On beşliler, Mustafa Kemal Paşa ve isimsiz yüzbinleri saymak mümkün. Osmanlı devletinin balkan bozgunu sonrası kazandığı bu müthiş savunma savaşı; ulusumuzun sonraki yıllardaki önder kadrosunu seçmesinde ve kaybolan güvenini bulmasında önemli bir rol oynamıştır. Mustafa Kemal’in cumhuriyetin kurucu otoritesine başkanlık etmesinde Conkbayırı ve Arıburnu’ndaki müthiş askeri zekâsı ve cesareti çok önemli rol oynamıştır. Kitlelerin ve askeri çevrelerin güvenini kazanan Mustafa Kemal Paşa bu sayede mücadelesini daha kolay sürdürebilmiştir. Çanakkale zaferi uluslaşmamızın da temel taşını oluşturur. Ulus olarak özgüven kazanmamızda önemli bir aşama olmuştur. Cumhuriyetimiz kurulur, ikinci dünya savaşı yılları; nihayet Nato’ya üye olunulur. Yıl 1953 ( Nato üyeliğinden 1 yıl sonra) olduğunda da Çanakkale yine çok acı bir olay ile hatırlanacaktır.
Bir Nato tatbikatından dönen “Dumlupınar” isimli Türk denizaltı Çanakkale boğazından istanbul’a doğru yol almaktadır. Gece 02.00 sularında su üstünde seyir halinde iken nara Burnu dolaylarında İsveç bandıralı bir yük gemisi ile çarpışır. Çarpışma ile denizaltı hızla denizin dibini boylamış; 81 kişilik mürettebattan sadece 22 kişi deniz altının “kıç” tabir edilen bölümdeki dar torpido dairesine sağ olarak sığınabilmişlerdir. İlk çarpışma ile güvertedeki 3 askerimiz şehit olmuş 5’i botlarla Çanakkale hastanelerine kaldırılmışlardır. Geri kalan 51 denizcimiz de şahadet mertebesine ulaşırlar. Şamandıra ile yaşadıklarını bildiren denizcilerle telefon bağlantısı kurulur. Kurtarma gemisi hazırlanır ve yola çıkar; içeride mahsur kalmış denizcilerimize torpido dairesinin içinde solunan havanın kıymetli olduğu, sakın ola sigara içmemeleri, gereksiz yere konuşmamaları, türkü söylememeleri salık verilir. Saatler sonrası kurtarma gemisi gelse de boğazın şiddetli akıntıları ve geminin eğimli biçimde dibe oturmuş olması bir türlü kurtarılmaya izin vermez. Telefon bağlantısı ile görüşmeler sonuna kadar süren denizcilerimizi kurtarma umudu bir türlü sonuca varmaz. Artık umudun bittiği anda bir anons yapıldı ve rahatça türkü söyleyebilecekleri, sigara içebilecekleri duyurulur askerlerimize. Kendilerinden son olarak “ komutanım bir sigara yakalım...” sesi ve “Ah bir ataş ver cigaramı yakayım” türküsü duyuldu…
Dumlupınar her yıl 4 Nisanda tüm 81 şehidiyle anılır. O günün teknolojik gerekleri yetersiz olduğu için kurtarılamayan denizcilerimize üzülmemek elde değil… Ruhunuz şad olsun…

Baytatil


Urfa Hakkında Kısa Bilgiler 3

  Harran Ulu Camii 8.yy. da son Emevi Halifesi 2.Mervan yaptırır, adı ‘Cami el Firdevs’(Cennet Camii)olarak geçer kaynaklarda. Doğu cephes...