Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

28 Nisan 2021 Çarşamba

Urfa Hakkında Kısa Bilgiler 3

 

Harran Ulu Camii

8.yy. da son Emevi Halifesi 2.Mervan yaptırır, adı ‘Cami el Firdevs’(Cennet Camii)olarak geçer kaynaklarda. Doğu cephesi kısmen ayaktadır, kare planlı caminin üç aşamada yapıldığı tahmin ediliyor, yani zamanla büyütülmüş. Emevi Dönemi’ne ait asma, üzüm dalları ile süslü muhteşem sütunlar varmış, iki tanesi bugün Urfa Müzesi’ndedir.

Harran gezisini bitirdikten sonra kümbet evde bir mırra molası.

Adı Arapça acı anlamına gelen ‘mur’ sözcüğünden türetilmiş olan mırra, yapımı oldukça zahmetli bir içecektir.1kg. Kahve çekirdeğinden sadece 4 lt. mırra elde edildiğinden ve yapması emek istediğinden ağa içeceği olarak geçer, halk sadece özel günlerde hazırlar. Çiğ çekirdek tavada kavrulur, ağaç dibekte dövülür. Dövülmüş kahve çekirdekleri suda uzun süre köpüklenerek telvesi ayrılana kadar kaynatılır. Telvenin üzerinde kalın bir sıvı oluşur buna şerbet denir, bu sıvı mutbak adlı bir kaba boşaltılır ve yeniden kaynatılır, üzerine tekrar bol miktarda dövülmüş kahve ve su eklenip kaynatılır. Tekrar şerbet süzülür ve başka bir mutbağa boşaltır. Hazır hale gelen mırra soğuduktan sonra uzun süre saklanabilir, içilecek miktar ısıtılarak ikram edilir. Bu zorlu işlem beş-altı defa tekrarlanır, kaynatma işlemi ise altı-yedi saat sürer. İkram iki kulpsuz fincanla, büyükten küçüğe yapılır. Fincana önce bir yudumluk mırra doldurulur, içtikten sonra tekrar aynı miktarda kahve ikram edilir, misafir ikinciyi de içtikten sonra fincanı kahveciye geri verir, o da fincanı bir peçete ile siler ve bir sonraki konuğa aynı fincanla ikrama devam eder. Eski geleneklerde mırrayı içtikten sonra fincanı yere bırakmak ayıp olarak algılanırdı, eğer bu hatayı yaparsan ikram eden bekarsa evlendirirsin değilse fincanı altınla doldurursun.

Şekersiz içilen mırra acı bir kahve olmasıyla taziyelerde ikram edilir ve içenler acınızı paylaşıyoruz demiş olur.

Harran’da rengarenk giysileriyle kadın ve erkekleri görürsünüz ve sizlerde bu kıyafetlerden giyinip fotoğraf çektirebilirsiniz.

Erkekler, genelde beyaz renkte fistan denen bir elbise ve altına şalvar, üzerine kahverengi, siyah yada krem rengi cüppeye benzer bir aba giyerler. Başlarına neçek denen beyaz yada siyah-beyaz kareli bir tülbent ile üstüne ıgal denen bakır tel ve deve yününden bir taç takarlar.

Kadınlar, fistan denilen ince, uzun kollu bir elbise ve üzerine zıbın denilen önden açılıp kapanan ikinci bir elbise giyerler, bellerine kemer takarlar.

Yörede belli bir yaşın üzerindeki kadınlarda   dakk, dekk denilen bir dövme ile karşılaşırız. Özellikle alt dudak, çene bölgesine yaygın yapılır. Anne sütü, is ve hayvan ödünden bir karışım hazırlanarak yapılır, eskiler kız çocuğu doğuran annenin sütünün mavi renk verdiği için daha özel olduğunu söylerler.


Arzu Öztürk

Yun/İng Rehber

24 Nisan 2021 Cumartesi

Urfa Hakkında Kısa Bilgiler 2

 

Harran…

Zamanında ana yolların birleşme noktasında, ticaret hayatının yoğun olduğu, kapalı çarşılarla dolu, zengin bir yerleşim yeriymiş. Akadca metinlerde  Har-ra-na olarak geçer, anlamı; seyahat, kervan, kesişen yollardır. Akdeniz’i Pers topraklarına bağlayan bir konumdadır. Yaklaşık 4300 yıldır adı değişmemiştir. Hitit tabletlerinde, Hititler ile Mitanniler arasında yapılan bir anlaşmada Harran adı geçer. “Bu antlaşmaya Harran’daki Ay(Sin) ve Güneş Tanrısı şahit olsun…”

Urfa Devletinin Hristiyanlığı kabul ettiği dönemden çok daha ileriki zamanlarda Harran’da putperestlik devam etmiştir. Harran Sabiizmin merkezidir.

Zamanında Daysan ve Cüllab nehirleri arasında, bereketli topraklara sahip bir yer olan Harran zamanla bu ırmakların kurumasıyla zor günler geçirir. Yeniden canlanması GAP Projesi ile olur. Bugün ağırlıklı olarak pamuk (%70) tarımı yapılmaktadır, pamuğu %15 buğday ve %15 mısır tarımı izler. Harran bereketli günlerinde pamuklarının kalitesi ve tartı aletlerinin ünü ile anılırmış. Bugünde bölge ekonomisi pamuğa dayalıdır.

Kümbet Evleri

Dünyada çok özel bir mimariye sahip olan evler Harran’ın simgesidir.100-150 yıllık evler, kare planlı birimlerin bir araya getirilmesiyle ihtiyaçlar doğrultusunda genişletilebilecek şekildedir. Evler tarihi kentin yıkılmış yapılarından toplanan taş ve tuğlalar ile toprak sıvadan yapılmıştır. Kubbeler beden duvarının üstüne örülen bir kasnak üzerine bindirme tekniği ile tuğlalardan örülerek yapılır. Antik şehirden çıkan tuğlalar pişmiş topraktan olduğu için çok dayanıklıdır. Kubbe kısmında en tepede hava sirkülasyonu ve aydınlık için bir delik bırakılır. Ama bu açıklık yağmur girmeyecek şekilde ters v şeklinde 2 tuğla ile örülür. Evler dıştan elle uygulanan bir sıva ile kaplıdır, içtede sıva belli bir yüksekliğe kadar yapılır.

1979 yılında Sit Alanı ilan edilir. Bu tarihten sonra antik şehirden malzeme almak yasaklanınca yeni ev yapımında doğal olarak son bulur. Harranlılar da beton evlerde yaşamaya başlarlar, sur dışında yeni mahalleler oluşur.

Arzu Öztürk

Yun/İng Rehber



18 Nisan 2021 Pazar

Urfa Hakkında Kısa Bilgiler

 


Güneydoğu Bölgesi’nin Kültür başkenti Urfa

Tarih boyunca Edessa, Ruha, Urha olarak anılmış. Edessa adını Büyük İskender vermiş, doğduğu şehrin adından dolayı. Urha, Süryanice ‘sulak yer’ demek. Araplarda Ruha olarak anılmış. GAP Projesi ile yeniden hayat bulmuş. Güneydoğu Torosların orta kısmının güney eteklerinde, Kuzey Mezopotamya’da yer alır.

Şehir merkezinde İbrahim Peygamber’in doğduğu mağara, Urfa Kalesi, Balıklı Göl, Arkeoloji ve Mozaik Müzesi, Tarihi Hanları ile sizi bekleyen Urfa’nın çevresinde de çok özel tarihi yerler bulunmaktadır.

Soğmatar

Suk, çarşı ve matar, yağmur sözcüklerinin birleşmesinden gelir adı. Yeni yerleşimin adı da Yağmurlu ’dur.

20.yy. ın başlarında, arkeoloji ’ye meraklı, Fransa’nın Bağdat Konsolusu Henri  Pognon köye giriş yolunun sağında dağa oyulmuş, üç tarafında insan boyutunda kabartmalar ve Süryanice yazılar bulunan bir mağara keşfetmiş, mağarada Onun adıyla anılır, Pognon Mağarası. Soğmatar da Harran gibi Sin’in merkezlerindendir ve M.S.2.yy. da olsa Sin Kültürünün somut kalıntılarını barındırması ile çok önemlidir.

Üstünde sunak yeri bulunan ve Kutsal Tepe diye anılan yerin çevresinde dokuz tepe daha vardır. Bu tepelerin giriş yerlerinin hepsinin Kutsal Tepe’ye bakması  belki de  gezegenler, ay ve güneşi temsil eden bir düzenlemedir.

Şuayip Antik Şehri

Yüzlerce yeraltı mağarası ve Roma-Bizans kalıntıları bulunuyor. Şuayip Peygamber buraya geldi mi bilinmez ama mağaralardan biri Onun Makamı olarak ziyaret edilir.

Han El-Ba’rur Kervansarayı

Tek Tek Dağları yakınında, Harran –Bağdat yolu üzerinde yer alır.13.yy. Eyyubi Döneminde inşa edilen kervansaray yazlık kışlık bölümleri, hamamı ile Selçuklu Kervansaraylarının tüm özelliklerini taşır.


Arzu Öztürk

Yun/İng Rehber

 

 

11 Nisan 2021 Pazar

Eski Türklerde Defin Ritüelleri

 

Insanların inançları ile paralel ölüm merasimleri ve bu merasimlerin etrafında şekillenen defin, yas ve anma törenleri gelişmiştir.Eski Türklerde öldü demek için ‘ kergek oldu ‘ ‘gerekenle buluştu’ deyimleri kullanılmış. Göktürkler'de ‘uçarak gitme’ ruhun uçup tanrı katına gittiğine karşılık geliyordu Ayrıca bedeni terk eden ruhun ağızdan çıkarken kuşa dönüştüğüne inanılırdı.Eski Türklerde üç tip ölü gömme görüyoruz :


Toprağa gömülme;en  sık olanıdır.Sırtında elbisesi olur ve silahları, şahsi eşyalarıyla beraber gömülürdü.Ölü  ev şeklinde açılan bir mezara konur, eline içki dolu (olasılıkla kımız) bir çanak verilirdi.Mezarlar kurgan olarak anılıyor ve kurganlar daha çok statü bakımında ön planda olan şahıslar için hazırlanıyordu.


 Kırgızların Manas Destanı'nda Han Köketay’ın cenaze töreni şöyle anlatılır:

"Ey benim Ulusum,gözlerim  yumulduğu zaman, vücudumu kımızla yıkayın, etimi kılıçla kemiklerinden sıyırın, kemiklerime zırhımı giydirip, deri ile sarın. Dörtyolun  ağzındaki türbem mavi göğe benzer mavi kubbeli, aya benzer bir yapı olsun."

 Toprak  kutsal sayıldığı için toprağa gömme daha yaygındır.Şaman Türkler,  zayıf çocukları güçlensinler diye toprağa bastırırlarmış.

 Türklerde savaşta ölmek büyük şerefken  hastalık ya da yaşlılıktan ölmek  makbul görülmemektedir.

Mezarlar dağlık ve ormanlık alanlar ve akarsu vadilerine yapılırdı. Marco Polo büyük Tatar hanları ve soylularını  100 günlük mesafede dahi olsa Altay Dağı’na  gömdüklerini söyler.  Yüksek dağın nedeni Tanrı’nın gökyüzünde yaşıyor olması ve  böylelikle ona daha yakın olmak isteğidir.Her boyun ve ovanın kendine ayrılmış kutsal dağı olurdu.


Suya gömülmedede suyun günahları temizlediği inancı yatmaktadır. Atilla'nın da bir ırmağa gömüldüğü rivayet edilir. Yakılma ;daha seyrektir.Burada da ateşin ölüm ve ölenin etrafta bıraktığı kötü etkiye kaldırdığı inancı yatar. İran'da ateşe tapılırken Göktürkler'de ateş bir çeşit büyüydü;i kötülüklerden arındıran ,kötü ruhları kovan..

Cesedin terk edilmesi;bu yöntemde  ölü ,ağaçlar üzerine ya da yere çakılmış kazıklar üzerinde  bir tabut içinde bırakılırdı.Bunda da ölümden kaçma uzaklaşma fikri yatar. Defin işlemi her zaman yapılmaz yılın belli dönemlerinde olurdu.İlkbaharda ölenler sonbaharda, kışın ölenler ise ilkbaharda defnedilirdi.Bu bekleme sürecinde ölüye mumyalama işlemi yapılırdı. Ölünün arkasından kurbanlar kesilir ve çadırın önüne bırakılırdı. Bazen ölünün akrabalarının yüzlerini keserek ağladıkları da olurdu ,yine saç ve sakal kesmek geleneği de oldukça yaygındı, ölen kişinin eşinin ve çocuklarının saçlarını örüp kesip mezarın içine bıraktıkları da bilinmektedir.Birçok kültürde olduğu gibi Türklerde de yas tutan kişiler genellikle siyah bazen de mavi renk giyinirlerdi.Yine ölümden sonraki hayatın ters olduğunu düşünen Türkler özellikle Kırgızlar ,mezara bırakılan ölünün atının üzerindeki eyer de ters giydirilirdi. Bu yüzden cenaze törenlerini akşam ya da gece yaparlardı ki öteki dünyada gündüz olsun diye.Kurganlardan çıkarılan at cesetlerinin de kuyruklarının örgülü olması ölen kişinin savaşçı ve yiğit bir insan olması anlamına geliyordu.Ölüyü eşyaları ile gömdükleri gibi atlarıda eyerleri  ve koşum takımları ile birlikte gömmüşler.Eski Türklerde kurban geleneği; kanlı kurban ve kansız kurban olarak iki çeşittir.Kansız kurbanda hayvan en az kanı akıtılacak şekilde kurban edilirdi ,örneğin atların kafalarına sert bir cisimle vurularak kurban edilmeleri gibi..Kurganlarda yapılan kazılarda bazı atların yüzünde maske olduğu görülmüştür ,bu Çin'de yaygın olan bir gelenektir ve  Türklerde onlardan etkilenmiş olmalıdır. Yine kazılarda kırmızı renkte aşı boyasının ölüye sürüldüğü görülmüştür, kırmızı kanı temsil ediyor  ve dirilmenin de hayat sıvısı olan kandan gerçekleşeceği düşüncesiyle ölülerin yüzleri boyanmıştır.Cenaze törenleri yuğ ve yağ olarak adlandırılırdı.Savaşçı bir toplum yapısına sahip olan Türkler savaşta öldürdükleri düşman sayısı kadar mezarlarına  Balbal adı verilen heykeller dikmişlerdir.Bu ölümden sonra düşmanlarının kendilerine hizmet edeceği düşüncesinden geliyordu.Bu heykeller kabaca yontulmuş ,belden yukarısı tasvir edilmiş, çoğu zaman elleri önlerinde birleşmiş vaziyette betimlenmiştir.Başlangıçta taştan yapılan heykeller ve balballar 6.yüzyıldan itibaren yaygın olarak görülmeye başlamıştır ,13. Yüzyıldan sonra ise ağaçtan yapılmaya başlanmıştır.


Balballardan farklı olarak ‘taş baba’ ve ‘taş nine’ diye adlandırılan ve mezardaki ölüyü temsil eden taş  heykellerde yapılmıştır.Bunlarda tüm uzuvlar belirgin ve detaylı şekilde tasvir edilmiştir. Bu gelenek 20. yüzyılda Anadolu’nun  bazı bölgelerinde de  devam etmiştir. Kayseri, Çıldır, Ardahan bölgesindeki Sünni mezarları ve Mersin bölgesinde Tahtacı Türkmenleri ait olan alevi mezarlarında bu taş heykellerin örnekleri mevcuttur.

İslamiyeti kabul eden ilk Türk Devleti Karahanlılar döneminden itibaren türbe adı verilen mezar anıtları yapılmaya başlanmıştır.Bu gelenek Gazneli,Büyük Selçuklu ile devam etmiş türbe,kümbet olarak adlandırılmıştır.Anadolu Selçuklularında taş baba,taş nine geleneği sürmekle beraber figürlü mezar taşlarıda yapılmıştır.(Örnekleri Konya İnce Minareli Medrese’de vardır.)

 

Arzu Öztürk

Yun/İng Rehber




7 Nisan 2021 Çarşamba

Antik Tiyatronun Doğuşu



Tiyatronun doğuşu Dionysos Şenlikleriyle ilişkilidir,o yüzden başlangıçta oyun yerinin ortasında Dionysos için bir sunak olurdu.Seyirciler başlangıçta tahta sıralarda otururlardı sonra bir kaza olur tahta sıralar çökünce sıraları taştan yaparlar.Oyunyerinin arkasında üst değiştirmek için önce tente sonra çadır en sonunda da ahşap kulübeleri kullanmışlar.Sahne binası önce tek sonra çift katlı yapılmıştır.Yıldırım,gök gürültüsü veren makineler vardı,oyun yerinin altına inen basamaklar olurdu;buradan hayaletler ya da yer altı tanrıları çıkardı.Ruhları yeryüzüne çıkaran ilkel bir asasnsördekullanmışlardır.

Oyunlar kişilerini efsane kahramanlardan alırlardı.EskiYunan’da izleyici dinsel bir tören izler gibi tragedya temsillerine giderdi.Temsillerle devlet ilgileniyor,giderlerizengin yurttaşlara ödetilerek kamu hizmeti yapılıyordu.Koronun bulunduğu ve oyuncuların tiratlarını okuduğu yer olan ‘orkhestra’adı Yunanca dans etmek fiilinden geliyordu.

Tragedya ve Komedia’larda lir yada çift flüt çalınırdı,müziğinsesi yüksek olmaz sözleri bastırmazdı ama çok önemli bir unsurdu,dans ise modern danslardan farklı,anlatımsaldı,ayaklardan çok eller hareket ediyordu.

Oyuncu sayısı başlangıçta 1 kişiydi,O da ozanın kendisi,Aiskhylos ile 2 oldu,Sophokles ile de 3.Ama bir oyuncu kılık değiştirerek birden fazla role çıkabilirdi.Oyuncular maske takardı,gösterişli giysiler  ve yüksek ayakkabılar giyerlerdi.Kadın rollerine uygun makyaj ile erkekler çıkardı.

Koro Sophokles ile 15 kişi olur.Komedia da koro sayısı 24.Koroda maskeli,dizilişleri dikdörtgen şeklinde,şarkısöylüyorlar ve dans ediyorlar.Şarkıyı koro söyler oyuncular söylemez.

Oyunlara giriş ücretsizdi,sonradan çok az bir ücret konmuşsa da yoksul yurttaşların giriş ücreti devlet tarafından karşılanmış.Temsiller Dionysos bayramlarında oynanırdı.Temsillerden sonra 10 kişilik bir komisyon kurulur,ozan ve baş rol için ödül;sarmaşıktan örülme bir taçtır

Anadolu,birbirinden özel pek çok antik çağ tiyatro binasını barındırıyor.Bunları görmeden önce belki biraz komedia,biraztragedya örnekleri okumak anlamlı olur..

Acıların Ozanı Sophokles’in ‘Oidipus Üçlemesi’ ya da Komedia’nın Ustası Aristophanes’den ‘Bulutlar’….

Arzu Öztürk 

Yun/İng Rehber 

2 Nisan 2021 Cuma

Ehram..


 

Erzurum ve Bayburt, Türk kültürü açısından önemli dokuma merkezlerindendir. İhram, ehram, Arapça bir isim olup haram, mahrem gibi kelimelerden türemiştir. Üzeri örten, mahremlik anlamına gelmektedir. Ana maddesi saf yün olan ehram; ince eğrilmiş koyunyününden yapılmış düz yüzeyli bir dokumadır. Dokumanın iki kanadının birleştirilmesinden ehram oluşur. Bir kanadın eni yaklaşık 90cm. boyu 2.50/2.70 cm. civarındadır. Genellikle koyunyünlerinin doğal rengidir, siyah, kahverengi ve tonları ile beyaz. Erzurum gibi uzun ve çok soğuk geçen kış aylarında soğuktan korunmak için yünden dokunan bu ehramları giymişlerdir. Kültür ve coğrafya ilişkisine güzel bir örnektir bu dokumalar, hayvancılıkla uğraşan ve kış aylarını çok sert yaşayan bir bölgede olmaları böyle dokumalara yöneltmiştir.

Aba, Erzurum’da giysi anlamında kullanılır, abacı da terzi anlamına gelir.

Ehram eskiden Erzurum’da ‘culfa’ (Osmanlıca sözlüklerde, cülah, çulha sözcükleri çul dokuyun, fakirlerin giydiği kaba kumaşı dokuyan anlamındadır. Erzurum yerlileri ‘çulha’sözcüğünü ‘culfa’ ya dönüştürmüşler, culfa,el tezgahında bez dokuyan  kimse) denilen dokuyucular tarafından dokunurdu.60-70 yıl öncesine kadar ehramcılık Erzurum’da özel bir zanaat dalı idi. Bükülmüş ipten dokunmaktadır, ipin ince ve kalın oluşuna bağlı olarak oran değişebilmektedir zamanlarda mahalle aralarında, kapı önlerinde elinde ip büken kadınlara çokça rastlanırmış. Ehram ve ipinin tartılmasında eskiden ‘tuht’diye söylenen ağırlık ölçüsü kullanılmaktaydı. Tuht 3-4 yumurta ağırlığındaki tartı birimidir.6-7 tuhttan bir ehram yapılabilirdi bu da tahmini 1000 gr gelirdi. Dokunmuş bir ehram 5m.uzunluğunda,90-100cm enindedir. Ehram ölçülürken ‘halebi’ diye bir ölçü kullanılmaktaydı.1 halebi 75cm.ye eşitti.

Koyunyünü tokaç yardımıyla yıkanır, tam kurutulmadan yün çubuğu yardımıyla çırpılır, yün tarağı ile taranırdı. Yörede ‘çiriş’ adı verilen bitki kurutulup, kireç taşı ile karıştırılarak bir tür bulamaç elde edilir. Yün iplikler bu bulamaca batırılarak sağlamlaştırılmış olur ve kopmalar önlenir.

Ehramda renk çok önemlidir. Açık renk genç kızların, mor, gri orta yaştaki kadınların, mor-siyah yaşlı kadınların tercih ettiği renklerdi. Koyunun üzerindeki doğal renklerin yanı sıra köylerde ehram iplikleri ceviz kabuğu, soğan kabuğu gibi doğal boyalarla da boyanırdı.

Dokumaya başlarken ‘haşiye’ denilen kenar bölüm dokunur, bu bölüm pamuk ipliğinden olur. Ortalama olarak bir ehram 2-3 günde dokunurken iyi bir dokuyucu bir günde de dokuyabilirdi. Dokuma yapılırken müşterinin isteğine göre seçtiği nakışlarda dokunurdu.

Ehram baştan aşağı örtülürdü, alttaki giysinin üstüne bele gelen yere bir bel bağı bağlanır ehramda buna sıkıştırılırdı.

Son yıllarda ehram dokumacılığını yok olmaya yüz tutmuş halinden kurtarmak için girişimler olmuştur. En önemlilerinden biri de Prof. Hüsamettin Koçan başkanlığında Baksı Kültür Sanat Vakfı’nca yürütülen projelerdir. Yine Erzurum Kız Meslek Lisesi öğrencileri günümüz modasına uygun tasarımlarla ehrama başka bir işlevsellik kazandırırlar. 

Arzu Öztürk

İngilizce/Yunanca Rehber

30 Mart 2021 Salı

Kayseri’de 4000 yıllık bir ticaret merkezi Kaniş..



Kültepe -Kaniş kazılarında çıkan çivi yazılı tabletler topraklarımızdan çıkarılan yazılı belgelerin en erken tarihli olanlarıdır yani Anadolu tarihini başlatanlardır. 1881 yılında British Museum  uzmanlarından Pinches,Kapadokya'dan geldiği söylenen ve İstanbul'dan satın alınan çivi yazılı bir tableti yayınlar. Avrupa pazarlarında boy göstermeye başlayan tabletler Kapadokyalı olarak anılır ,tabletlerin pek çoğu Kaniş adlı bir merkezle bağlantılıydı. 

Kazılarda Kaniş’te çok sayıda tablet odası bulunmuş,tabletler ahşap raflar üzerinde kutularda ,sepetlerde yada  yerde büyük çanaklarda çıkmış  ve bu kapların üzerinde içinde ne olduğuna dair etiketler de mevcut olarak.

Tablet yazıcılığında metin bir seferde yazılıp bitirilmeliydi  yoksa kil kururdu.Yazı soldan sağa şeklindeydi,tabletler fırında pişirilmez güneşte kurutulurdu.Kaniş'teki yangın onları pişirmiş ve saklamıştır.Tabletlerin  kilden zarfları vardı ,yollayıcı zarfın üstüne kendi adını,alıcının adını yazar kendine ait mührü basardı.


Tablet yazıcılığı ile ilgili okul Kaniş de var mıydı bilmiyoruz ama alıştırma tableti olduğu anlaşılan tabletler bulunmuştur,okuma yazma öğrenmek için çıraklık kurumu ilk burada başlatılmış.Okuma yazma o dönemde kadın ve çocuklara da öğretilirmiş.Eski Asurca hecelerin listesi oldukça basit ve sınırlı olup 130 hece işareti ve 30 kadar logogram içeriyordu.Kaniş’te bu kadar çok tablet çıkmasında Asur nüfusunun önemli bir bölümünün yazı yazdığını anlıyoruz.Kişisel mektuplar tüccarlara aittir,Onlar da seyahat ederken yanlarına yazıcı almadıklarına göre kendi mektuplarını kendileri yazabiliyorlardı.Kadınların mektupları da çoktur ,bu da kadınların yazıyı bildiklerinin kanıtıdır. Anadolu halkı ile Asurlular arasında iletişim pek de sorun olmamış olmalı ki Asurlu tüccarlar ,Anadoluda evlilik yapmışlardır. 

 Dicle kıyısındaki Asur ile   Anadolu platosunun arasındaki  mesafe 1000 kilometredir. Asurlu tüccarlar eşeklerden oluşan kervanlarla ticaret yapmak üzere Anadolu'ya gelmişlerdir. 

Birçok ticari mal ‘tamkarum’ adı verilen gezgin satış temsilcilerine komisyon karşılığı verilmekteydi .Ticaretin asıl amacı Anadolu'ya satılmak üzere kalay, yünlü kumaş ,lapis lazuli göndermek ve karşılığında gümüş ve altın alıp  geri göndermekti.%90 bakır %10 kalaydan oluşan Tunç için Anadolu'ya gereken kalayı getiriyorlardı.

Kumaşlarında neredeyse tamamı yünlüydü, keten olanlar nadirdir.Kumaşların çoğu Asur’a Babil'den geliyordu,ama tüccarların eşleri kızları ve kadın kölelerin yardımıyla yürütülen ve ev endüstrisine bağlı yerli bir Asurlu kumaş üretimi de söz konusuydu.En çok ve en sık ihraç edilen kumaş çeşidi  ‘kutanum’du, 4,5 metreye 4 metre yünlü bir kumaştı. Bunun dışında ‘koyu kumaşlar’ olarak bilinen ve kalay paketlemede kullanılan yolun sonunda da Anadolu'da satılan ‘sarma kumaşları’ gibi daha ucuz parçalar da vardı.Kumaşlar Anadolu'da Asur’un 3- 4 katı fazla gümüş karşılığında satılabildiklerinden kumaş ticareti çok çekici bir işti ancak zorlukları da vardı;ağırlık yapıyorlar  ve taşıma sırasında güveden korumak gerekliydi. Genelde kumaşlar deri çantalar da taşınırdı,kalay da her biri kumaşa sarılmış 10'ar kilogramlık 3'er levhadan oluşan 30 kilogramlık paketlerde taşınıyordu.Büyük miktar kumaşlar Sarayları satılıyorken küçük miktarları Anadolulular ve olasılıkla bunları satmak isteyen tam karumlar tarafından satın alınıyordu

 Yolculuk sırasında ‘el kalayı’ olarak adlandırılan bir yolluk bulundurulurdu,bununla  kervancı ya da hancının parası ödenir,  geçiş ücretleri verilir, geçilen şehirlerdeki yetkililere verilen hediyelerin ödemesi yapılırdı.Bu masraflar ortalama olarak yükün değerinin %8 ile %10’una  denk gelmekteydi ve Kaniş’e gelindiğinde baş Kervancı yolda ne kadar ödediğinin hesabını çıkarırdı.Kervana  öncülük eden kişiye ‘kaşşarum’ denirdi, bu ya tüccarın kendisi ya oğlu ya da ücretli biri olurdu.Ücret karşılığı bu işi yapan kişi Anadolu’da satmak üzere  Asur’dan gelirken  birkaç parça kumaş getirir ,böylelikle O da bu ticaretten payını alırdı. 



Asur ve Kaniş’te Kadınlar

Milattan önce 2000 de Asurlu kadınlar evliliklerinde eşleri ile eşit haklara sahip olmuşlardır.Çoğunlukla ülke dışında olan tüccarların eşleri evle ilgili konularda kendi başlarına kararlar almak zorunda kalmışlardır.

Asur’da geline evlenirken ailesinden verilen çeyiz onun malıdır ve miras yoluyla çocuklarına geçer.Erkek tarafından kız tarafına düğünde ‘şimum’ denen bir para ödenirdi.Akad  terminolojisinde erkek kızı eş olarak alır. Yemekli bir düğün yapılır genellikle gelin bir duvak takardı, bizdeki küçük altın klişesi gibi takı takma geleneği vardı;bu da 12 grama denk gelen Gümüş. Asurda  tek eşlilik vardı, eğer erkek ikinci eş alırsa yüklü bir cezası vardı ve evlilik sözleşmesi bozulmuş olurdu .Sadece belli koşullarda  ikinci eş alınabilirdi en yaygın olan  çocukları olamaması durumunda ki bu da 3 yılın sonunda olabilirdi,köle bir  kız satın alabilirdi erkek ve O da köle olduğu için eş statüsü kazanmaz ve çifte eşli sayılmazdı.Gerçekten iki eşli olma durumu sadece Asurlu tüccarlara özeldi. Anadolu'da ikinci eşleri olabilirdi ,yasak Kaniş de ikinci evlilik yapmaktaydı.Yine de statüleri aynı olmaz ‘asıl eş’,’ ikinci eş’ olarak adlandırılırdı.İki eş aynı yerde aynı anda olamazdı.

 Tüccar iki  evi de geçindirmek zorundaydı. Anadolu'da uzun kalsa da Asur’'daki eşin ve evin sorumluluğu ondaydı.Boşanmış kadınlar ve dullar yeniden evlenebilirdi.

‘Kutsanmış Kızlar’ adında  sık rastlanan bir gelenekte tüccarlar işçilerinin başarısı karşılığında minnettarlıklarının  bir simgesi olarak ve aynı zamanda sosyal statülerini artırmak için en büyük  bekar kızlarını bir tapınağa adarlarmış  ,bu kızlar aile içinde de söz sahibi olur,saygı görürlermiş. 

23.500 tabletten öğreniriz tüm bunları ve çok daha fazlasını...

Arzu Öztürk
Yunanca/İngilizce Rehber

Urfa Hakkında Kısa Bilgiler 3

  Harran Ulu Camii 8.yy. da son Emevi Halifesi 2.Mervan yaptırır, adı ‘Cami el Firdevs’(Cennet Camii)olarak geçer kaynaklarda. Doğu cephes...