BTS Baytatil Seyahat Acentesi olarak Ankara’da kurulmuş bir şirketiz. Kurucularının turizm profesyonelleri olmasından dolayı yaptığımız gözlemler sonucunda Ankaralı seyyahlara uygun fiyatlarla hizmet üretme noktasında önemli bir boşluğu dolduracağımızı düşünerek şirketleşme kararı aldık. Alt yapı çalışmalarımızı tamamladıktan sonra Ankaralı gezginlerin profillerine uygun hizmetler içeren ürünlerimizi hazırlayarak hizmete başlamış bulunuyoruz. Tüketicilerimizin hizmetine sunduğunuz seyahat ürünlerindeki en önemli özelliklerin başında gerek yurt içi kültür turları olsun; gerekse de yurt dışı turları olsun Ankara çıkışlı olmasına özen gösterdik. Zira Ankaralı gezginlerin en önemli tercihlerinin başında paket turlarda olmak üzere tek fiyat ödeyerek mümkün mertebe tüm hizmetleri tek fiyatla satın alma isteği ve alışkanlığı var. Bunun yanında toplumun tüm katmanlarını ayrı ayrı hedefleyerek paket turlar oluşturduk. Meslek gruplarına özel tematik turları da ürünlerimize dahil ettik. Uygun fiyatlı otellerin pazarlanmasında online ve dinamik bir site oluşturarak hem tüketicilere hem de alt acentelere hizmet vermeye başladık. Yaz aylarını hedefleyen yurt içi kültür turlarında özellikle Karadeniz turumuzu; yurt dışı turlarında ise Balkanlar turumuzu örnek olarak gösterebilirim. Bunların yanında günübirlik kültür turları; hatta uzak doğudaki uygun fiyatlı balayı paketlerimiz de türlü ihtiyaca karşılık verme adına oluşturuldu. Turlarımız oluştururken hizmetleri çeşitli tedarikçilerden uygun fiyatlara hatta en ucuz fiyatlara satın almayı; buna bağlı olarak tüketicilerimize de en uygun en ucuz fiyatlarla ve mütevazı kar marjları ile çalışmayı uygun bulduk. Ankara'nın kalbi sayılabilecek Kızılay semtinde Atatürk Bulvarı üzerinde çok fonksiyonel bir satış ve operasyon ofisimiz, yetkin ve profesyonel çalışma arkadaşlarımızla ve uzun vadeli şirket gelişim ve büyüme hedeflerimizle kalıcı bir seyahat acentesi; hatta BTS firmasıyla yurt dışında incoming hizmetlerini de en kısa zamanda faaliyete sokarak ülkemizin turizm gelirlerine katkıda bulunacağımız düşünüyoruz. Dünyanın dört bir yanındaki yer hizmetleri sağlayıcılarıyla uluslararası fuarlarda oluşan ve giderek partnerlik düzeyine dönüşen ilişkilerimiz sonucunda çok kısa sürelerde operatif hizmetler, transferler, turlar, konaklamalar hatta organizasyonlar yapmaya yetkinleştiğimizi de bildirebiliriz. Yurt içi ve yurt dışı kültür turlarında en kısa sürede tüm ülkemizde faaliyet gösteren seyahat acentelerimize toptancı olarak hizmetler sunmaya da başladık. Yine tüm seyahat trendlerini yakından takip ederek ülkemizdeki ilginç ve çekici festival turlarına da katılım sağlıyor hatta öncülük ettiğimiz de söyleyebiliriz. Sonuç olarak Baytatil seyahat acentesi olarak sağlıklı bir büyüme süreci sonunda tur operatörlüğü yapan; acenteler düzeyinde B2B paneller vererek acentelere de hizmet üretebilen altyapıya sahip; memnun müşteri odaklı ve uzun vadeli bir şirket olma adına yola çıktık. Herkese hayırlı olsun…
10 Nisan 2019 Çarşamba
7 Mart 2019 Perşembe
Deli Bal veya Anabasis
Karadeniz bölgesi eşsiz doğal yapısı gereği binlerce bitkiye
ev sahipliği yapmaktadır. Binlerce bitkinin de çiçeği dolaysıyla Bal
çeşitliliği bakımından ülkemizin en zengin bölgesi olarak kayıtlara geçmiştir.
Bal çeşitlerinin başlıca çeşitlerini Karakovan balı, Kestane balı, Akasya balı,
yayla balı (Adaçayı çiçeği balı), Anzer balı (Ballıköy balı), Kekik balı,
Ihlamur balı ve Ormangülü (Komar- Delibal) balı olarak sayabiliriz. Yüksek
besin değeri ve bağışıklık sistemini güçlendirici özelliğinden dolayı tüm dünyada
gerçek balın çok değerli bir besin olarak kabul edildiğini biliyoruz. Bu bal
çeşitleri içerisinde en ilginç olan iki tanesi Anzer balı ile Deli baldır.
Şöyle ki; Anzer balı dünya çapında bir bal çeşidi olup emsali yoktur. Sadece
Ballıköy-Anzer’de yetişen 80-90 endemik çiçek türünden üretilmektedir.
Rize-İkizdere de sadece 3000 üretici bu değerli balı sadece 200 kovanda
yetiştirmektedir. Bu sebeple de parasal değerinin de olağan tüketicilere aşırı
yüksek kaldığını belirtmek isterim.( 2017 kg fiyatı 900 TL olarak belirlendi)
Diğer ilginç bal çeşidini de Ormangülü veya Komar veya Deli
bal olarak adlandırılan bal çeşididir. Burada milattan önce 4. Yüzyılda geçen
bir seyahatnameden yani Ksenofon’un “Anabasis” adlı eserinden söz etmek
gerekiyor. Pers savaşından mağlup olarak dönen 10.000 paralı askerin başlarında
herhangi bir gerçek komutan veya rehber bulunmadan ülkemiz coğrafyasını
baştanbaşa yürüyerek geçmelerini anlatan ve sayısız ayrıntı ve bilgi de içeren
bu şaheserde ordunun başına seyahatin başında tarih yazıcılığı yapmak isteyen
Ksenofon geçer. Denize bağlantı ancak Kolhislerin ülkesinde kurulur. Kolhisler
ise “bizim “ Lazlarımızın ataları olarak kabul edilirler.
Sinop’a kadar tüm Karadeniz bölgesi antik bir kaynakta günlük tadında
yazılmıştır. Eserde geçen önemli bir ayrıntı ise Komar çiçeği balı veya Delibal
ile ilgili olan kısımdır. Şöyle ki; askerlerin bir bal çeşidini ( deli bal)
yedikten sonra ishal, kusma, bilinç kaybı ve bayılma gibi semptomları tarihte
böylece ilk defa kayda geçmiş olur. Deli bal çok az miktarlarda tüketilmesi
gereken bir bal çeşididir. Fazlaca tüketildiğinde günler süren bilinç kaybına
ve zehirlenmelere yol açmaktadır.
Deli balın en fazla şifa ettiği konuların başında;
mide- bağırsak rahatsızlıkları, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı gelmektedir.
Şifa niyetine günde en fazla 1 çay kaşığı olarak tüketilmelidir.
Seyahat Yazıları/Amasra-Paflagonya
Paflagonya’nın Bahtsız Prensesi veya Amasra’nın adı…
Başlığı okuduğumuzda yabancı bir yerden bahsediliyor hissine
kapılsak da; aslında bu bölgenin antik çağlarda Bartın çayı (Partenos)
çevresindeki batı Karadeniz’in o dönemdeki ismi olduğunu ve çokça da ziyaret
edildiğini söylemek isterim. Amasyalı ünlü coğrafyacı Strabon’a göre bu
bölge batıda Partenos (Bartın çayı); doğuda da Halys ( Kızılırmak) ile sınırlı
idi. Bugünkü anlamda Kastamonu, Sinop, Bartın, Çankırı, Karabük, Zonguldak,
Bolu ve Samsun’un bir bölümü “Paflagonya” addediliyordu.
Liman kentlerinin büyük ölçüde; bugünkü Aydın ili Didim
ilçesine bağlı Balat köyünde bulunan Antik Miletos şehrinin kolonisi olarak
kurulduklarını biliyoruz. Miletosluların sadece Karadeniz kıyısında değil; tüm
Akdeniz’de hatta güney Fransa’da bile koloni şehirleri kurduklarını antik
kaynaklardan biliyoruz. Bu yazımızda Paflagonya kentlerinden bugünkü
Amasra’nın çok ilginç hikâyesini anlatmak istiyoruz.
MÖ 6 yy de Pers hâkimiyetine geçen ve o dönemdeki adı
Sesamoss olan Amasra; MÖ 4 yy da Makedonya hâkimiyetine girer. Büyük Iskender;
İssos zaferinde yenilgiye uğrattığı 3.Darious’un yeğeni olan Amastris’i dia
doklarından ( Büyük İskender’in en önemli 12 generaline verilen isimdir) olan
Krateros ile evlendirir. Ancak İskender’in ölümü ile Krateros Phila ile evlenir
ve eşi Amastris’i Herakleia Pontus ( Karadeniz
Ereğli’sinin dönem adı) Tiranı Diyonisos ile evlendirir. Bu evlilikten 2 erkek
1 kız çocukları olur.
Amastris eşi olan tiranın ölümü ile kraliçe unvanını alır ve
Suriye Kralı Antigones’in hâkimiyetini tanıdığını ilan eder. MÖ 302 yılında
2.kez Büyük İskender’in generallerinden olan ünlü Lysimachos ile evlenir ve
Alexander isimli bir oğulları olur.
Lysimachos MÖ 301 yılında Ptolemaos ile yaptığı İpsos savaşı
sonrası Ptolemaos ‘un kızı Arsinoe ile evlenmek için Amastrisi terk eder.
Kraliçe Amastris bölgedeki 4 şehri (Sesamos -Amasra, Kytaros-Cide,
Kromna-Kurucaşile ve Tios-Hisarönü) içeren bir birlik kurar.
MÖ 300 yılında Birliğin merkezi konumundaki Sesamos’a
kraliçenin adını taşıyan Amastris (Amasra) adı verilir.
Kraliçe Amastris üzerinde adı olan paralar bastırır.
Kraliçenin gücünden rahatsız olan oğulları annelerini boğdururlar.
Ancak Amastris’in öcünü eski kocası olan Lysimachos alır,
iki prensi öldürtür ve Paflagonyadaki Amastris birliğini ülkesine katar.
Amasranın isim annesi olan bahtsız Amastris; aslında Büyük
İskender döneminde yaygın olarak uygulanan medeniyetler arasındaki
anlaşmazlıkları veya savaşları sonlandıran evlilik kurumunun kurbanı olmuştur.
İlkinde Makedonyalılar ile Persleri kaynaştırma amaçlı evlendirilen Amastris;
Eşinin gönülsüz olup Büyük İskender’in ölümü ile eşi tarafından başka bir
politik yaranma çabası olarak Pontus Heraklia tiranı ile evlendirilir. Onun
ölümü sonrası ise; tek gönül evliliğini Lysimachos ile yapsa da onun da savaşta
yenildiği Ptolemaos’un kızı ile evlenmesi ile yine yalnız kalır. Oğulları tarafından
öldürülür ve kente adı yadigâr kalır. Amasra…
Baytatil
KARSMANİA*
Kars bu yılın en çok ilgi çeken destinasyonu oldu. Normalde
ilgisi oldukça düşmüş bulunan Doğu Ekspresi gerçekten altın günlerini yaşıyor.
Kentli insanlarımız Ankara’dan her gün saat 18.00 de hareket ederek;
Kırıkkale-Sivas-Erzincan-Erzurum ve Kars güzergahını ancak 24 saatte tamamlayan
bu nostaljik yolculuğa aşırı ilgi gösteriyor. Bu ilgiden önce sadece 1 yataklı
ve sadece 1 kuşetli vagonla seyahat eden Doğu Ekspresi grup taleplerine
yetişemez hale getirmiş durumda. Sırada yetkililere göre 11.000 yolcu varmış.
Şu an kapasitesinin çok üstünde seyahat ediyor; yani 5 yataklı ve 2 kuşetli
vagonla. Trenin normal koşullardaki yük kapasitesi 380 ton iken artık ek
seferlerden dolayı daha büyük bir lokomotifin eklenmesiyle yük 720 tona çıkmış
bulunuyor.
Tren yolculuğu özellikle genç insanları çeker hale gelmiş;
onlar da Kars Kültür gezisi tutkunu durumdalar. Yataklı vagonlarının camlarını
rengarenk ışıklarla süsleyenlerden, kuşetli vagonlardaki iskambil oyunlarına,
yemekli vagonlarda karnını 24 saat doyuranlarla bir çok “ritüel” oluşmuş
durumda. Genç insanlarımızın Türkiye’nin doğusuna yaptıkları bu seyahatin
bugüne değin oluşmuş yerleşik yargıları değiştireceğine inanıyorum.
Yolculuk sonunda Kars tren garına gelen konuklar ya
münferiden taksilerle ya da seyahat acenteleri eliyle rezervasyonları yapılmış
bulunan otellerine doğru yol alıyorlar. Kars’taki etkinlikler ise; mutlaka Ani
Harabelerinin ziyaret edilmesi, Çıldır Gölüne giderek donmuş göl üzerinde atlı
kızak turlarına katılma, buzun kırılan yerlerinde “sarı balık” denilen; ve
bildiğimiz Sazanlardan lezzeti itibariyle ayrılan balıkların heyecanlı
yakalanma anının izlenmesi ve nihayet lezzetli sarı sazan balığın tadılması
olarak sıralanabilir.
Ayrıca Sarıkamış gezisi ve Doğubayazıt İshakpaşa sarayının
gezilmesi de kimi acentelerce veya münferiden yapılmakta. Kars merkezindeki 40
yıllık Rus hâkimiyeti sırasında inşa edilen Baltık mimarisindeki kesme taş
yapıların gezilmesi ise Kars’ın Milli mücadele sonunda Türkiye’ye iade tarihi
olan Brest-Litovsk antlaşmasının üzerinden 101 yıl geçmiş olmasına rağmen halen
canlılığını ve ihtişamını korumuş durumda. Eski Valilik Binası, Defterdarlık
Binası, tarihi okullar, Eski Opera Binası, demir Köprü ve pek çok başka bina
yöredeki volkanik bazalt taşının büyük bir özenle kesilmesi ve üstün bir taş
işçiliğiyle sizleri beklemekte.
Kısa bir süre önce açılan bir müze ise Kars gezilerine ayrı
bir hava kazandırmış. Türkiye’de 46 tabya ile en fazla tabya bulunduran Kars
şehrinin merkezinde bulunan “Kanlı Tabya” muazzam bir müze haline getirilmiş.
Bir Rus baskınında şehit olan 200 askerimizin anıları ( ve çarıkları) çok canlı
olarak ve teknolojik gerekler kullanılarak gösterilmektedir. Mutlaka ziyaret
etmenizi öneriyorum.
Tabii Osmanlı –Rus harbinden sonra bölgeye gelen Malakanların
hikâyeleri, 93 harbinin, Sarıkamış Felaketinin ve Kafkas cephesinin hikâyeleri
ile gezi daha da farklı anlamlar kazanıyor.
Kayakçıların da ilgisini çekecek olan Sarıkamış kayak
bölgesini de ziyaret ediyor Kars yolcuları… Dileyenler telesiyejle zirveye
çıkıyor, dileyenler kızakla eğleniyor, dileyenler de kar topu oynuyor…
Kars ili tarihinde hiç bu kadar Kültür Turistiyle
karşılaşmamış. Doğal olarak hizmet verecek işletme sayısının azlığından dolayı
bir yoğunluk yaşanmıyor değil. Yöresel ürünleri ve mutfağıyla da çok iddialı
bulunan Kars şehri özellikle Kars Kazı, Piti Yemeği, elevik Çorbası ve
Ketesiyle herkese ve her damak tadına hitap etmesini biliyor. Türkiye’nin her
yerinde nam salmış Kaşar, Gravyer ve Çeçil peynirleri de ziyaretçi akımından
nasibini almış durumda; birçok esnaf mal yetiştirmekte zorluk çekiyor.
Karsmania; Kars çılgınlığı olarak adlandırılabilir.
Baytatil
Safranbolu
İlk olarak Türk kültüründe şehir isimlerinin ilke olarak
Türkçeleştirilmediği; ancak ayrılıkçılık tehlikesi gözlemlendiğinde yerel
isimlerin Türkçeleştirildiği söylenebilir. Yerel isimler; Türkçe'mizin
fonetiğine uydurulmak suretiyle bugünümüze kadar gelmiştir. Safranbolu adının
ilk görüş Helen geleneğindeki “polis” , kent sözcüğünün “bolu” olarak
değiştirilmesi sonucu oluştuğu görüşüdür.
Ancak Safran sözcüğü gerçek manasında kullanılmış; kentin
adı “Safranşehri” olmuştur. Bir diğer görüşe göre kentin adı “Zafiranborglu”
iken Safranbolu olmuştur.”Borglu” eki kale manasını taşımakta olup yine
“Safrankalesi” manasında; “borglu” ifadesi de “bolu” olarak değişmiştir.
Her iki görüşün ortak yönü safran tarımının çok önemli yere
sahip olması gerçeğidir. Türkiyenin sadece bu yöresinde yetişmekte olan safran
bitkisi (Crocs savitus) soğangillerdendir.
Ekim ayında çiçek açan safranın çiçeği mor renkli olup;
içindeki turuncu renkli tepecikler toplanır. Bu işlem tek tek elle yapıldığı
için çok zahmetlidir, bu yüzden tarih boyunca hep altından daha pahalı
olmuştur.
Elle toplanan toz elekler üzerine yayılıp kömür ateşinde
kurutulur.
10 gram safran için 1430 tepecik gerekir. Baharat olarak
kullanıldığında içine katıldığı yiyeceklere sarı renk verir. (Ekmek, pilav,
balık) Safran halen Safranbolu'da tüketilen meşhur bir Osmanlı tatlısı olan
Zerde’de kullanılır.Yine eczacılıkta iştah açıcı ve sinir sistemi uyarıcısı
olarak kullanılmaktadır. Yaygın kullanımı boyama işlemi için olup; kendi
ağırlığının 100.000 (yüzbin) katı suyu kendi rengine boyar.( Budist rahip
giysileri bu yolla renklendirilimiştir)
Karabük Demir Çelik fabrikasının 1937’de açılması ile
birlikte köylülerin tercihlerini devlet kapısı yönünde kullanmaları sonucu
safran tarımı bitme noktasına gelmiştir. Merkeze 28 km uzaklıktaki Davutoba
köyünde sembolik safran tarımı yapılmaktadır.
Her yıl Eylül ayında “Altın Safran Belgesel Film Festivali”
düzenlenmektedir.
Kızılırmak (Halys) ile (Philios) Bartın çayı arasındaki
bölgenin adı Paflagonya olarak bilinir ve ilk tarihi yerleşimler M.Ö. 3000 lere
kadar gider. Bölgeye tarih boyunca Gaslar, Hellenler, Romalılar, Bizanslılar,
Selçuklular, Çobanoğlu Beyliği ve son olarak Osmanlılar hakim olmuşturlar.
Türklerin bölgeye girişi 1196 da 2.Kılıçarslanın oğlu Mesut Şah zamanında
olmuştur. Osmanlılar Yıldırım Beyazıt zamanında 1392 yılında hakim olmuşlardır.
Safranbolu’nun Osmanlı idaresinde yetiştirdiği 3 önemli
şahsiyet onu devlet nezdinde de itibarlı kılmıştır. Bunlardan ilki Cinci
Hoca veya Karabaşzade Hüseyin Efendi 17.yüz yılda yaşamış Osmanlı sarayının
ünlü üfürükçüsüdür. Akli dengesi bozuk olan Osmanlı padişahı I. İbrahim‘i tedavi
etmesiyle ün kazanmıştır.
Karabaşzade Hüseyin Efendi Safranbolu‘da doğdu.
Cinlerle iletişim kurduğu gerekçesiyle ünü her yere yayıldı. 1642 yılında Kösem Sultan tarafından,
Padişah I. İbrahim‘i
tedavi etmesi için saraya davet edildi. Tedavisinin başarılı olması üzerine
sadece büyük bir şöhret ve servet sahibi olmakla kalmadı, sarayda devlet
işlerinde söz sahibi de oldu. Kendisine Sultan İbrahim tarafından Galata
Kaymakamlığı verildi. 1645‘de
memleketi olan Safranbolu’da halen otel olarak kullanılmakta olan, mimarlığını
büyük ihtimalle Koca Mimar
Kasım Ağa‘nın yaptığı Cinci Han’ı yaptırdı.
İkincisi sadrazam İzzet Mehmet Paşa (d.1743, Safranbolu – ö.18 Eylül 1812 Manisa) III. Selim saltanatında
19 Ekim 1794 – 30 Ağustos 1798 tarihleri arasında üç yıl on ay on iki gün sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet
adamıdır.
Üçüncüsü ise Kaptanıderya Salih Paşadır.
Yine Osmanlı devletinin en ünlü sadrazamlarından Köprülü
Memed Paşa ‘nın memuriyeti esnansında Safranbolu’ya sürgün edildiği rivayet
edilir. Hatta kendi adını taşıyan camii, sadrazamlığa terfi edildiği haberini
aldığında vaktini geçirdiği dergahın yerine yaptırdığı ileri sürülür.
İpek ticareti güzergahında bulunan Safranbolu ticarette
önemli bir rol üstlenir. El sanatları arasında bakırcılık, yemenicilik, el
dokuma kumaşçılık, nalbantlık, saraçlık, semercilik ve ahşap işçiliğini
sayabiliriz.
Safranbolu Osmanlı-sivil mimarisinin tüm kentsel dokuda
korunmuş olması dolaysıyla 1976 da Kentsel Sit alanı (1200 tarihi ev var), 1994
de Unesco İnsanlığın ortak Mirası Listesine dâhil edilerek uluslararası olarak
korunma altına alınmıştır.
Safranbolu evleri, taş temel üzerine kerpiç dolgulu ahşap
yapılardır. Bölgenin kuzey Anadolu fay hattı üzerinde bulunması dolaysıyla
ahşap yapıların güvenirliğinin tercih edildiği, 1950 lerdeki (beton ağırlıklı
)kentleşmeye meyil etmeyen kentin ormancılık ve kerestecilik faaliyetleri de
göz önüne alınarak ahşap yapı alışkanlığının Osmanlı evresi öncesinde de var
olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim 3 odalı pontik yunan evleri de ahşaptandı ve bu
geleneğin Türkler öncesinde de var olduğunun göstergesiydi.
Evlerin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz,
Kapı tokmakları ilginç olup, her kapıda 2 tokmak ve bir
kilit bulunurdu. Kilidi ev sahibi, büyük tokmakları erkek misafirler, ince
tokmağı kadın misafirler kullanırdı. Kapılar 2 kanatlı olup her kanatta birer
halka asılıydı, halkalardan birine ip bağlanırdı. Bu ip gevşek bağlanırsa
“..yakınlardayım birazdan evde olurum..” mesajı; sıkı bağlıysa “.. bugün
uzaklardayım geç geleceğim..” mesaj verilirdi. Evlerin giriş kısımları taştan
olup mahremiyet gereği penceresiz yapılırdı. Üst katları ahşap olan evlerin
birer iç avlusu olurdu. Buraya hayat veya taşlık denirdi.( Yerler taş ise)
Giriş katlar ambar, ahır, samanlık , odunluk ( kışlık odunlar yaz boyu güneşte
kurutulurdu) olarak kullanılırdı. Bahçe yüksek duvarlarla çevrili olup bahçede
asmalar, mevye-sebze yetiştirilirdi. Ahşap yapıların yangın riskine önlem
olarak bahçelerde küçük bir havuz bulunması adettendi. Yangın anında su
tedarikini sağlayan bu havuzlar meyve soğutmak ve bahçeye serinlik vermek için
de kullanılmıştır.
Evler konumlandırılırken “göz hakkı-komşu hakkı”
gözetilmiştir. Hiçbiri diğerinin güneş almasını engellemezdi.
İslam örfü gereği haremlik selamlık uygulaması evin bahçe
katında sokağa çıkmayacak olan komşu kadınların birbirlerine ziyaretlerini
sağlayan haremlik kapılarının varlığını zorunlu kılardı.
Orta kat kışlık olarak adlandırılırdı. Ortadaki oda sofa
olarak adlandırılır ve kattaki tüm odalar buraya açılırdı. Burada mutfak, kiler
ve yatak odaları mevcuttu. Bu odalardın hepsinde bir aileye gerekli yapılar
mevcuttu. Örneğin dolap, yüklük, banyo vs gibi. Tavanlar yüksek olup tavan
süslemeleri ahşap işçiliğinin güzel örneklerini sunar. Pencerelerde “muşabak”
adı verilen kafesler mevcut olup yine islam yaşam tarzının mimari bir
gereğidir. Yine haremlikle selamlık arasında küçük kubbeli ve dönen dolaplar
mevcuttur. Bunları servis dolabı olarak da adlandırabiliriz. Safranbolu
yılın tüm dönemlerinde günübirlik olarak ziyarete dilebilecek harika bir
destinasyondur. Hem kültüre hem damak tadına hem de görselliği ile büyülü bir
kent.
Baytatil
Balkan İncelemeleri 1.Bölüm
Tİ-TO
Tİ-TO (“SEN ONU YAP, SEN ŞUNU YAP”)
Dağılan Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni oluşturan
ülkelerin; ülkemizde cazip bir turistik destinasyon olmasından sonra Balkanlar
bölgesine epey tur yapma fırsatı buldum. Doğal olarak mevcut ekonomik, sosyal
ve etnik problemleri gözlemlerken “oralı” insanlarla konuşma; tanışma fırsatı
da buldum. Abartısız olarak tüm Balkan ülkelerinde ve her toplumun kesiminden
insanda nostaljik bir tavrın veya geçmişe özlem dolu söylemlerin tanığı oldum.
1990’ lardaki korkunç iç savaşların acımasızlığı karşısında eski dönemleri
yaşayanların dağılma öncesinde tüm bölge halklarının kardeşçe ve barış içinde
bir arada yaşadıklarını onlarca kez işittim. Taraflı tarafsız herkes bölgenin
tüm Güney Slavlarını birada tutan harcın çok karizmatik lider Jozip Bros Tito
olduğunu söylediler.
Jozip
Bros 7 Mayıs 1892 yılında Zagreb’e 63 km uzaklıktaki Kumlovec’te doğar. Baba
Hırvat; Anne Sloven’dir. Ailenin 15 çocuğunun 7 .cisidir. Yoksul
ailenin çocuğu olan Jozip Bros Avusturya, Almanya, Çekya ve İtalya’da metal işçiliği
yaptı. Sosyalist fikirlerle çalıştığı işletme sendikalarında tanıştı.
Hırvatistan Sosyal Demokrat partisine üye olarak aktif siyasete atılsa da;
Avusturya-Macaristan veliahtı Franz Ferdinand’ın Bosnalı Sırp Gavrilo Princip
tarafından öldürülmesi üzerine Sırbistan’a savaş ilanı ile Jozip Bros ülkesinin
askeri olarak (Hırvatistan) Sırbistan’a gönderilecek; ancak savaş karşıtı
olmasından ötürü ilk cezaevi deneyimini tadacaktır. (Petrovaradin/Novi Sad)
Cezaevinden sonra tekrar askere alına Jozip Bros Moldova cephesinde yaralanarak
Ruslara esir düşecektir. Ağır yaralı Jozip Bros 13 ay hastanede geçirdikten
sonra Çar yanlısı askerlerin elinden kurtularak; ideolojik olarak yakınlık
duyduğu Bolşeviklere katılacaktır. Rus iç savaşında Bolşevikler tarafında 3 yıl
savaşır.
1920
de yurduna döner ve Yugoslavya Komünist partisinin kurucuları arasında yer
alır; 8 yıllık siyasi mücadele sonunda 6 yıl hapiste kalır ve 1934’te serbest kalır.
Bu yıllar içinde Türkiye dâhil pek çok ülkeyi ziyaret eder. Hemen hepsi farklı
kimlikler ve farklı işlerle ilgili olup; komünist ideolojisi uğrunadır. Bu
zaman zarfında ayrıca İspanya İç Savaşına katılım gösteren Enternasyonal
Tugaylarının İspanya’ya geçişini organize eder. (Bu özelliği aşağıda
değineceğimiz Partizan yapılanmasında kendisine büyük avantaj
sağlayacaktır.) Tabii artık tüm dünyayı tehdit eden Faşist Almanya tehdidi
ülkesini de tehdit etmektedir.
Mücadelesi sadece Nazilerle olmayıp onların işbirlikçileri
konumundaki ve Hırvatistan’da kurulan ve Nazilerle işbirliği yapan Ustaşa
Hareketi (Ante Pavelic), Sırbistan monarşisinin destekçisi ırkçı
Çetnik hareketi (Draza Mihajlovic) ve Benito Musollini’nin liderliğini ettiği
İtalyan “Kara Gömlekliler” dir. Bunlar Jozip Bros’un hayali olan bağımsız birleşik
bir Yugoslavyanın en büyük düşmanı konumundadır. Savaş sonrası eşitlik sözü
verdiği çok uluslu Balkan halklarını bir arada tutmak tüm bu unsurlarla
mücadeleyi ve savaşı gerektirir. Tüm dünyada büyük saygı ve destek görecek;
uğruna şarkılar, marşlar ve hikâyeler anlatılan “Partizan” gerilla hareketini
kuran Jozip Bros tüm ayrılıkçı ve milliyetçi söylemleri reddederek efsanevi
Neretva Direnişi ile Nazi ilerleyişini 1943 yılında püskürttükten sonra tüm
Yugoslav halklarının tartışmasız doğal lideri olmuştur.
Yugoslav halklarının Jozip Broz’a güvenmelerinin başkaca
sebepleri de olmuştur. Nitekim Alman ilerleyişine karşı koyamayan Yugoslavya
kralı (2.Petar) kaçarak soluğu İngiltere’de almıştır. Slovenya’nın büyük bölümü
Almanya’ya bağlanmıştır; İtalya Arnavutluk ve Dalmaçya’yı işgal etmiş ve
Kosova’yı da almıştır, Voyvodina’yı Macarlar işgal etmiştir (Macarlar da
Nazilerle işbirliği yapmıştır), Sırbistan ve Makedonya bölgeleri de Bulgarlara
bırakılmıştır. Tüm bu parçalanmayı gören halkların Bosna Hersek’i mücadelesinin
merkezi yapan Jozip Bros’a inançları özellikle Nazi ilerleyişinin durdurulması
ile doruğa ulaşmıştır. Jozip Bros hem düşmanlarıyla mücadele ederken bir
taraftan da insanları Partizan tarafına çekme adına gerektiğinde aşiret
liderleriyle bile yüz yüze görüşmeler yaparak onları bağımsızlık uğruna
savaşmaya ikna ediyordu.(Kosova/Brka Blerim)
1942’de Yugoslavya Antifaşist Ulusal Konseyini
toplayan Jozip Bros tüm halklara eşitlik temelinde özgür ve bağımsız bir
birleşik devletin temeli atılmış oldu. 29 Kasım 1943’te Yugoslavya Sosyalist
federal devletinin kuran Josibp Bros 1945 yılında savaşın galibi olarak
Belgrad’a girer. Partizan hareketi tüm dünyada büyük saygı ve takdir kazanır.
(Patizan hareketinin temel nüvesini çok ilginç olarak İspanya iç savaşına katılan
1300 dolayında çok deneyimli Komünist güney Slav gerillanın oluşturduğunu da
eklemek isterim.)
6 federatif ve 2 özerk ülkeden oluşan Yugoslavya (Güneyslav
Birliği) sosyalist dünyanın yıldızı durumuna yükselir. Ülkede 4 resmi dil ve 2
farklı alfabe kullanılmış, 3 ayrı din ve 20’ye yakın farklı etnik kökenden
insan yaşamıştır. Örgütçü kişiliği ve herkese görev vermesinden dolayı Ti-To
(sen onu yap, sen şunu yap tekerlemesinden esinlenerek) Tito lakabını
alır.
Karizmatik
lider Jozip Bros Tito bağımsızlık ilkesine o kadar bağıldır ki Komünist
dünyanın lider konumundaki Sovyetler birliğinden bile talimat almayı reddederek
sosyalist tarihte farklı bir sosyalizm anlayışı getirmiştir. Özellikle “milli”
sosyalizm adı verilecek olan ve ekonomik işletmelerde özyönetim olarak
tanımlanan, yurttaşlarına seyahat, sanat ve kültürel faaliyet serbestisi
tanıyan sistemi Sovyetlerden büyük tepki çekecek ve Yugoslavya Kominternden
“değişimci ve batı işbirlikçisi olması suçlamalarıyla” çıkarılacaktır. Tito tüm
dünyayı hayrete düşürecek ve Stalin yönetimine karşı gelecektir. Ülkesinin
kalkınması ülküsünden yola çıkarak tüm dünya ile ilişkiler kuracaktır. Hatta ne
Doğu blokuna ne de Kapitalist blokuna dâhil olmayan ve hemen hepsi eski sömürge
ülke durumunda olan 3. Dünya ülkelerine önderlik ederek; Dünya Bağlantısızlar
hareketini oluşturacaktır. Yugoslavya, Cezayir, Mısır, Hindistan, Küba,
Endonezya vs gibi yüzden fazla ülkeyi biraya getiren Tito tarihte ilk kez
sömürgeci olmayan “beyaz adam” olarak 3. Dünya ülkelerine el uzatan adam olarak
tarihe geçmiştir.
Ülkesini dışa bağımlılıktan kurtararak kendi milli
sanayisini oluşturan Yugoslavya kendi silahlarını, uçaklarını, gemilerini,
arabalarını, makinalarını, tekstil ve tarım işletmelerini tüm dünyaya
pazarlayacaktır. Etnik köken, dinsel farklılıklar gibi sorun teşkil edecek
hususların da anayasal olarak çözüme ulaştırılmasından sonra refahın da
paylaşılmasıyla halkta müthiş bir memnuniyet oluştu. Farklılıklar refahın
artmasıyla görülmez olmuş; birlik ve kardeşlik duyguları tüm etnik kökenlerde
hissedilmiştir. 1974’te ömür boyu Başkanlığa seçilen Tito 4 Mayıs 1980 de
yaşamını yitirmiştir.
Soğuk
savaş döneminde propaganda aracı olarak kullanılan medyada (Ana akım-
mainstream) Tito’nun kimi özellikleri özellikle çarpıtılarak aktarılmıştır.
Bunlardan en fazla öne çıkan kendisinin zalim bir diktatör
olduğudur (şüphesiz
kim Abd-Kapitalizm karşıtıysa diktatördü) bunun yanında lüks tüketim araçlarına
çok düşkün olduğu propagandası, kadınlara düşkün olduğu propagandası, viskiye
düşkünlüğü propagandası vb dir. İç savaşlar sonrası kan gölüne dönen bölge ve
işlenen savaş suçları düşünüldüğünde halkları aşırı milliyetçilikten uzak
tutarak neleri başardığını daha iyi anlıyoruz.
Etnik ve dini aşırılıklara hiç yaşam alanı tanımadan tüm
Yugoslavya haklarını barış ve huzur içinde tutmayı beceren bu büyük devlet
adamının bağımsızlık mücadelesi veren Anadolu halkına da büyük saygısı vardı.
Bunu 12 Mart 1978 deki Yugoslavya’nın kuruluş Yıldönümündeki tarihi konuşmasında
şöyle ifade eder:
Ülkemiz kristal bir küredir. Ben Josip Broz Tito, bu küreyi
ellerimle tutarak değil alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim
nefesim tükendiğinde birisi bu görevi devralır. Yoksa kristal küre yere
düşer ve tuz buz olur... İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması başka
bağımsız ülkelere kalır. Nasır, (Mısırın ilerici Başbakanı ) benim dostumdur ancak
ondan önce dünyanın geleceğinin korunması Anadolu’ya düşer. Anadolu’da
Kemalistler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden
Anadolu, dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır.”
Baytatil
5 Mart 2019 Salı
İstanbul’da bir Yürüyüş Rotası
İstanbul turlarımızın en çok
ilgi çeken noktalarından biri de Taksim-Karaköy yürüyüşleridir.
Osmanlı döneminde kurulan bir su deposu ve suyun taksim edilmesinden dolayı
“Taksim” olarak anılan semt; siyasi olayların öbeğindeki meydandan dolayı daha
da ünlü hale gelmiştir. Meydanda bulunan Atatürk anıtının mimarı İtalyan Canonica; ayrıca Ankara
Etnoğrafya müzesi önündeki atlı Atatürk heykelini, Sıhhiyedeki Mareşal
Atatürk heykelini ve İzmir’deki Atatürk heykelinin de heykeltıraşlığını
yapmıştır.
Gruplarımız ile meydanı gezdikten sonra genellikle ünlü
İstiklal caddesine çıkarız. Bu caddede günlük 400 bin ile 2 milyon yayanın
yürüdüğü; 1,5 km uzunluğunda çok önemli bir caddedir. Bu cadde ve semtin
gelişimi Bizans sonrası döneme tarihlenir. Nüfusun çoğunluğu halen Sur içinde
yaşadığı dönemde buraya karşı yaka anlamına gelen “Pera”
adı verilir ve çoğunluğu gayrimüslim ticaret erbabı olmak üzere İtalya başta
olmak üzere tüm Avrupa’dan tüccar kısmının yerleştiği bir semt halini alır.
Muntazam ve modern çok katlı yapıların, hanların, eğlence mekânı ile
lokantaların açılmasıyla “büyük cadde” bugünkü ışıltılı günlerine göz
kırpmaktadır. Sarayın caddeye ilk yerleşimi ise bu caddeye açılan Mevlevihane
ile 15.yyın sonlarına denk gelir. Derken elçiliklerin açılması, bankaların
açılması, okulların açılması,
ibadethanelerin açılması ile cadde büyük bir sosyal çekim merkezi halini alır.
Tiyatroların, kabarelerin açılması yine cemiyet hayatının orta yerine
oturmasında etkili olur. Caddenin lüks yapılarla donatılması ise Tanzimat dönemine denk gelir ve birbirinden güzel Barok-Art Noveau yapılarla donanır ki Avrupa’da
olduğumuz hissi oluşur. Tünelin inşası ve tramvay hattının oluşması; Osmanlının
tüm etnik mozaiğinin ve Avrupai yaşam tarzını özleyenleri de çekerek müthiş bir
görsellik ve yaşam tarzı yansıtır. Konuklarımız ile bu çok kozmopolit caddeyi
geçtikten sonra tünelin dibinden eskiden “yüksek
kaldırım” diye bilinen; (şiirlere konu olmuş) yokuşu aşağıya doğru
inerek Galata kulesine ulaşırız. Yoldaki gitarcılara bakarken müzik
enstrümanlarının merkezi olduğunu anlamış oluruz. İstanbul’un simgelerinden olan
ve 6.yy da fener olarak inşa edilen yapının asansörle çıktığımızı seyir
terasından unutulmaz bir Haliç ve boğaz manzarasının tanığı oluruz.
Yürüyüşümüzü sürdürerek Galata köprüsüne gider ve oltalarıyla balık tutan
insanları gözlemlemeye çalışırız. Hangi sebepten tutuyorlar acaba? Karın
doyurmacasına mı, keyfine mi, stresten uzaklaşmasına mı diye düşünür dururuz.
Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un İstanbul
adlı eserindeki hüzün ve melankoli ile de; Ahmet
Hamdi’nin tutkulu İstanbul aşkı ile de dolabiliyoruz. Kısaca muhteşem
kent herkeste farklı duyguların depreşmesine sebebiyet veriyor. Yürüyüşümüz
devam ediyor… Nereye gideceğimize siz de karar verebilirsiniz. Rehberiniz sizi
üzmeyecektir. İstanbul turlarımızda görüşmek
dileğiyle…
Baytatil
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Urfa Hakkında Kısa Bilgiler 3
Harran Ulu Camii 8.yy. da son Emevi Halifesi 2.Mervan yaptırır, adı ‘Cami el Firdevs’(Cennet Camii)olarak geçer kaynaklarda. Doğu cephes...
-
Harran Ulu Camii 8.yy. da son Emevi Halifesi 2.Mervan yaptırır, adı ‘Cami el Firdevs’(Cennet Camii)olarak geçer kaynaklarda. Doğu cephes...
-
Türk romancılığının mihenk taşı sayılan Yaşar Kemal “Binboğalar Efsanesi” adlı romanında pek çok mitolojik unsurdan faydalanarak Yörükleri...
-
Kuzey Doğu Anadolu bölgesinin yoksul çocukları için umut oldu, Artvin, Ağrı, Ardahan, Erzurum ve Kars’tan gelmişti öğrencileri. Cılavuz’un...