Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

16 Mayıs 2019 Perşembe

Cittaslow


Cittaslow
Sakin-şehir veya Yavaş-şehir olarak tercüme edilebilecek oldukça yeni bir kavram aslında Cittaslow.
Nüfusunun 50.000 altında olan; 30 ülkede 208 şehir standart olarak belirtilen 70 kıstası yerine getirerek bu unvanı almış durumdalar. Ülkemizde Cittaslow kent sayısı ise 14. Bunlar;
Akyaka, Gökçeada, Göynük, Halfeti, Perşembe, Şavşat, Seferihisar, Taraklı, Uzundere, Gerze, Eğirdir, Vize, Yalvaç ve Yenipazar Cittaslow kent unvanını taşıyan şehirlerimiz.  Tüm hikâye 19 yıl önce Floransa’nın Toskana’daki bir ilçe belediye başkanının fikri olarak ortaya çıkmış. Temel yaklaşım ise modern kentteki insanların insani değerlere yabancılaşması sonucu mutsuz olmasına karşı bilinçli bir kentsel karşı koyma anlayışı olarak özetlenebilir.  Malumumuz modern yaşamımız özellikle metropollerde zamanla yarış halinde geçmektedir. Büyükşehir insanları olarak nerede oturduğumuzu bile işimize uzaklığına veya ulaşım araçlarının sıklıkla uğramasına veya hızlıca kente gelmesiyle ölçüyoruz. Kent merkezleri çoğunlukla hızlıca yiyip- içilecek kafe- restoranlarla, hızlıca ve fazla aramadan tüm markaları bir arada bulabileceğimiz AVM’ lerle ve kentsel hiçbir tarihi bağımızın olmadığı sözüm ona “modern” plazalarla dolu. Cittaslow komitelerle dünya çapında örgütlenerek kıstaslar oluşturmuş. İnsanların sosyal varlıklar olduğu gerçeğini göz ardı etmeden; birbirleriyle sosyalleştiği, ürünlerin daha fazla el emeğine dayalı olduğu veya yöresel karakter barındırdığı, yapıların daha az katlı ve sentetik olmadığı ve burada sayamayacağımız toplamda 70 kıstas ile kentlerin yaşana bilirliği ve yaşam kalitesinin yükselmesi adına kentlerin korunmasına çalışması çok takdir ve dikkat toplayan bir mesele haline gelmiştir. Bu unvana sahip kentler insanlarda merak uyandırmaktadır. Hepimizin hayal ettiği “emekli olunca yerleşeceğim” tadındaki kentler turistik birer çekim merkezi haline geldiler bile.
Son olarak Erzurum’un Uzundere ilçesi bu iddialı unvana layık görüldü. Türkiye’nin en yüksek şelalesi olan Tortum şelalesinin bulunduğu; ilçede yelken, rafting ve kano gibi su sporları yapılabiliyor. Buradaki Tortum gölü ve çayı, Öşvank Manastırı gibi değerlere sahip olmasının yanı sıra Uzundere biyoçeşitlilik açısından da önemli bir yer. Uzundere birçok endemik bitki, memeli, kuş ve kelebek cinsinin yuvasıdır. Cittaslow kentler dizgisini turlarımızda da mümkün mertebe programlarımıza dâhil ederek bu “ alternatif kent ve yaşam” olanağı ile Ankaralı misafirlerimizi tanıştırmak istiyoruz. Hâlihazırdaki programlarımız; Akyaka’yı, Gökçeada’yı, Şavşat’ı, Taraklı’yı, Yalvaç’ı dâhil etmiş durumda. Önümüzdeki yıllarda hem sayısal olarak artmasını hem de hepsini programlarımıza katmayı diliyoruz.
Baytatil 



9 Mayıs 2019 Perşembe

Efes ve Meryem Ana Evi


Ege turlarımızın olmazsa olmazı elbette antik çağ metropolü Efes Antik kentidir. Altın çağını yaşadığı dönemde 250-300 bin arasında nüfusa sahip olan kent; özellikle antik çağın 7 harikasından biri olan Artemisison (Artemis Tapınağı) yapısının da yılda 700 bin ziyaretçisi ile Akdeniz bölgesinde dönemin en bilinen “dini turizm” merkezi konumunda idi. 
Menderes ovasındaki kumul hareketi sonucu limanını ve ticari önemini kaybederek; sıtma hastalığının tehdidine boyun eğen kentin muazzam kalıntıları her dönemde büyük ilgi çekmektedir. Arkeolojik kazılarının yaklaşık 150 yıldır sürdüğünü bildiğimiz kentin; buna rağmen halen %18 inin kazıldığını biliyoruz. Tarsuslu Aziz Paul ’ün 27 ay kaldığı kentin Hristiyan tarihi açısından da büyük önemi vardır. Hele 431 tarihli Efes Konsili ile tüm dünya Hristiyanları Meryem Ananın İsa’nın Annesi (Christodokos) değil; tanrının Annesi (Teodokos) olduğu ilan edilerek bu önemli tartışmaya nokta konulmuştur.   Efes konsili harabelerin içindeki Meryem Ana kilisesinde yapılmış olsa da; Meryem Ana kilisesi olarak bilinen ve ziyaret edilen yer Bülbül dağı üzerinde ve harabelere yaklaşık 8 km uzaklıktadır. Konsilden yüzyıllarca sonra Alman edebiyatçı Clemens Brentano Alman bir rahibenin hayatını anlattığı eserinde; rahibeye Meryem Ananın Efesin kuzeyindeki dağdaki bir kilisede gömülü olduğunu rüyalarında gördüğünü anlatır. Bu rahibe Anna Caterina Emmerich (1774- 1824) isimli çok sofu ve İsa yaraları olarak bilinen Stigmata yaralarını taşımış Katolik bir rahibedir. Bu kitabı okuyan Fransız bir gezgin olan Julien Goyet kitapta anılan yerdeki araştırması sonucu MS 1 yy a tarihlene küçük bir şapel kalıntısı bulur ki; burası Meryem Ananın öldüğü ve gömülü olduğu yer olarak Hristiyanlar arasında kabul görür. Papa 7. Pius’da 1951’ de Katolik dünya için Meryem Ana Evini hac merkezi olarak ilan edince romanın içeriği gerçeğe dönüştü. Artık her yıl yüzbinlerce yerli yabancı turist ve hacıya ev sahipliği yapan önemli bir turizm merkezi oluşmuş oldu. Baytatil olarak tüm Efes turlarımızda Meryem Ana evini de programa dahil ettik. Müslüman inancında da peygamber annesi olarak büyük saygı gören Hz. Meryem makamının ziyaret alanında akan kutsal sulardan içmenizi diler; sizleri Ege turlarımıza bekleriz…
Baytatil

10 Nisan 2019 Çarşamba

Baytatil Neyi Hedefliyor?




BTS Baytatil Seyahat Acentesi olarak Ankara’da kurulmuş bir şirketiz. Kurucularının turizm profesyonelleri olmasından dolayı yaptığımız gözlemler sonucunda Ankaralı seyyahlara uygun fiyatlarla hizmet üretme noktasında önemli bir boşluğu dolduracağımızı düşünerek şirketleşme kararı aldık. Alt yapı çalışmalarımızı tamamladıktan sonra Ankaralı gezginlerin profillerine uygun hizmetler içeren ürünlerimizi hazırlayarak hizmete başlamış bulunuyoruz.  Tüketicilerimizin hizmetine sunduğunuz seyahat ürünlerindeki en önemli özelliklerin başında gerek yurt içi kültür turları olsun; gerekse de yurt dışı turları olsun Ankara çıkışlı olmasına özen gösterdik. Zira Ankaralı gezginlerin en önemli tercihlerinin başında paket turlarda olmak üzere tek fiyat ödeyerek mümkün mertebe tüm hizmetleri tek fiyatla satın alma isteği ve alışkanlığı var. Bunun yanında toplumun tüm katmanlarını ayrı ayrı hedefleyerek paket turlar oluşturduk. Meslek gruplarına özel tematik turları da ürünlerimize dahil ettik. Uygun fiyatlı otellerin pazarlanmasında online ve dinamik bir site oluşturarak hem tüketicilere hem de alt acentelere hizmet vermeye başladık. Yaz aylarını hedefleyen yurt içi kültür turlarında özellikle Karadeniz turumuzu; yurt dışı turlarında ise Balkanlar turumuzu örnek olarak gösterebilirim. Bunların yanında günübirlik kültür turları; hatta uzak doğudaki uygun fiyatlı balayı paketlerimiz de türlü ihtiyaca karşılık verme adına oluşturuldu. Turlarımız oluştururken hizmetleri çeşitli tedarikçilerden uygun fiyatlara hatta en ucuz fiyatlara satın almayı; buna bağlı olarak tüketicilerimize de en uygun en ucuz fiyatlarla ve mütevazı kar marjları ile çalışmayı uygun bulduk. Ankara'nın kalbi sayılabilecek Kızılay semtinde Atatürk Bulvarı üzerinde çok fonksiyonel bir satış ve operasyon ofisimiz, yetkin ve profesyonel çalışma arkadaşlarımızla ve uzun vadeli şirket gelişim ve büyüme hedeflerimizle kalıcı bir seyahat acentesi; hatta BTS firmasıyla yurt dışında incoming hizmetlerini de en kısa zamanda faaliyete sokarak ülkemizin turizm gelirlerine katkıda bulunacağımız düşünüyoruz. Dünyanın dört bir yanındaki yer hizmetleri sağlayıcılarıyla uluslararası fuarlarda oluşan ve giderek partnerlik düzeyine dönüşen ilişkilerimiz sonucunda çok kısa sürelerde operatif hizmetler, transferler, turlar, konaklamalar hatta organizasyonlar yapmaya yetkinleştiğimizi de bildirebiliriz. Yurt içi ve yurt dışı kültür turlarında en kısa sürede tüm ülkemizde faaliyet gösteren seyahat acentelerimize toptancı olarak hizmetler sunmaya da başladık. Yine tüm seyahat trendlerini yakından takip ederek ülkemizdeki ilginç ve çekici festival turlarına da katılım sağlıyor hatta öncülük ettiğimiz de söyleyebiliriz. Sonuç olarak Baytatil seyahat acentesi olarak sağlıklı bir büyüme süreci sonunda tur operatörlüğü yapan; acenteler düzeyinde B2B paneller vererek acentelere de hizmet üretebilen altyapıya sahip; memnun müşteri odaklı ve uzun vadeli bir şirket olma adına yola çıktık. Herkese hayırlı olsun…

7 Mart 2019 Perşembe

Deli Bal veya Anabasis


Karadeniz bölgesi eşsiz doğal yapısı gereği binlerce bitkiye ev sahipliği yapmaktadır. Binlerce bitkinin de çiçeği dolaysıyla Bal çeşitliliği bakımından ülkemizin en zengin bölgesi olarak kayıtlara geçmiştir. Bal çeşitlerinin başlıca çeşitlerini Karakovan balı, Kestane balı, Akasya balı, yayla balı (Adaçayı çiçeği balı), Anzer balı (Ballıköy balı), Kekik balı, Ihlamur balı ve Ormangülü (Komar- Delibal) balı olarak sayabiliriz. Yüksek besin değeri ve bağışıklık sistemini güçlendirici özelliğinden dolayı tüm dünyada gerçek balın çok değerli bir besin olarak kabul edildiğini biliyoruz. Bu bal çeşitleri içerisinde en ilginç olan iki tanesi Anzer balı ile Deli baldır. Şöyle ki; Anzer balı dünya çapında bir bal çeşidi olup emsali yoktur. Sadece Ballıköy-Anzer’de yetişen 80-90 endemik çiçek türünden üretilmektedir. Rize-İkizdere de sadece 3000 üretici bu değerli balı sadece 200 kovanda yetiştirmektedir. Bu sebeple de parasal değerinin de olağan tüketicilere aşırı yüksek kaldığını belirtmek isterim.( 2017 kg fiyatı 900 TL olarak belirlendi)
Diğer ilginç bal çeşidini de Ormangülü veya Komar veya Deli bal olarak adlandırılan bal çeşididir. Burada milattan önce 4. Yüzyılda geçen bir seyahatnameden yani Ksenofon’un “Anabasis” adlı eserinden söz etmek gerekiyor. Pers savaşından mağlup olarak dönen 10.000 paralı askerin başlarında herhangi bir gerçek komutan veya rehber bulunmadan ülkemiz coğrafyasını baştanbaşa yürüyerek geçmelerini anlatan ve sayısız ayrıntı ve bilgi de içeren bu şaheserde ordunun başına seyahatin başında tarih yazıcılığı yapmak isteyen Ksenofon geçer. Denize bağlantı ancak Kolhislerin ülkesinde kurulur. Kolhisler ise  “bizim “  Lazlarımızın ataları olarak kabul edilirler.  Sinop’a kadar tüm Karadeniz bölgesi antik bir kaynakta günlük tadında yazılmıştır. Eserde geçen önemli bir ayrıntı ise Komar çiçeği balı veya Delibal ile ilgili olan kısımdır. Şöyle ki; askerlerin bir bal çeşidini ( deli bal) yedikten sonra ishal, kusma, bilinç kaybı ve bayılma gibi semptomları tarihte böylece ilk defa kayda geçmiş olur. Deli bal çok az miktarlarda tüketilmesi gereken bir bal çeşididir. Fazlaca tüketildiğinde günler süren bilinç kaybına ve zehirlenmelere yol açmaktadır.
Deli balın en fazla şifa ettiği konuların başında;  mide- bağırsak rahatsızlıkları, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı gelmektedir. Şifa niyetine günde en fazla 1 çay kaşığı olarak tüketilmelidir.

Baytatil

Seyahat Yazıları/Amasra-Paflagonya


Paflagonya’nın Bahtsız Prensesi veya Amasra’nın adı…
Başlığı okuduğumuzda yabancı bir yerden bahsediliyor hissine kapılsak da; aslında bu bölgenin antik çağlarda Bartın çayı (Partenos) çevresindeki batı Karadeniz’in o dönemdeki ismi olduğunu ve çokça da ziyaret edildiğini söylemek isterim.  Amasyalı ünlü coğrafyacı Strabon’a göre bu bölge batıda Partenos (Bartın çayı); doğuda da Halys ( Kızılırmak) ile sınırlı idi. Bugünkü anlamda Kastamonu, Sinop, Bartın, Çankırı, Karabük, Zonguldak, Bolu ve Samsun’un bir bölümü “Paflagonya” addediliyordu.
Liman kentlerinin büyük ölçüde; bugünkü Aydın ili Didim ilçesine bağlı Balat köyünde bulunan Antik Miletos şehrinin kolonisi olarak kurulduklarını biliyoruz. Miletosluların sadece Karadeniz kıyısında değil; tüm Akdeniz’de hatta güney Fransa’da bile koloni şehirleri kurduklarını antik kaynaklardan biliyoruz.  Bu yazımızda Paflagonya kentlerinden bugünkü Amasra’nın çok ilginç hikâyesini anlatmak istiyoruz.
MÖ 6 yy de Pers hâkimiyetine geçen ve o dönemdeki adı Sesamoss olan Amasra; MÖ 4 yy da Makedonya hâkimiyetine girer. Büyük Iskender; İssos zaferinde yenilgiye uğrattığı 3.Darious’un yeğeni olan Amastris’i dia doklarından ( Büyük İskender’in en önemli 12 generaline verilen isimdir) olan Krateros ile evlendirir. Ancak İskender’in ölümü ile Krateros Phila ile evlenir ve eşi Amastris’i Herakleia Pontus      ( Karadeniz Ereğli’sinin dönem adı) Tiranı Diyonisos ile evlendirir. Bu evlilikten 2 erkek 1 kız çocukları olur.
Amastris eşi olan tiranın ölümü ile kraliçe unvanını alır ve Suriye Kralı Antigones’in hâkimiyetini tanıdığını ilan eder. MÖ 302 yılında 2.kez Büyük İskender’in generallerinden olan ünlü Lysimachos ile evlenir ve Alexander isimli bir oğulları olur.
Lysimachos MÖ 301 yılında Ptolemaos ile yaptığı İpsos savaşı sonrası Ptolemaos ‘un kızı Arsinoe ile evlenmek için Amastrisi terk eder.
Kraliçe Amastris bölgedeki 4 şehri (Sesamos -Amasra, Kytaros-Cide, Kromna-Kurucaşile ve Tios-Hisarönü) içeren bir birlik kurar.
MÖ 300 yılında Birliğin merkezi konumundaki Sesamos’a kraliçenin adını taşıyan Amastris (Amasra) adı verilir.
Kraliçe Amastris üzerinde adı olan paralar bastırır. Kraliçenin gücünden rahatsız olan oğulları annelerini boğdururlar.
Ancak Amastris’in öcünü eski kocası olan Lysimachos alır, iki prensi öldürtür ve Paflagonyadaki Amastris birliğini ülkesine katar.
Amasranın isim annesi olan bahtsız Amastris; aslında Büyük İskender döneminde yaygın olarak uygulanan medeniyetler arasındaki anlaşmazlıkları veya savaşları sonlandıran evlilik kurumunun kurbanı olmuştur. İlkinde Makedonyalılar ile Persleri kaynaştırma amaçlı evlendirilen Amastris; Eşinin gönülsüz olup Büyük İskender’in ölümü ile eşi tarafından başka bir politik yaranma çabası olarak Pontus Heraklia tiranı ile evlendirilir. Onun ölümü sonrası ise; tek gönül evliliğini Lysimachos ile yapsa da onun da savaşta yenildiği Ptolemaos’un kızı ile evlenmesi ile yine yalnız kalır. Oğulları tarafından öldürülür ve kente adı yadigâr kalır. Amasra…


Baytatil

KARSMANİA*

Kars bu yılın en çok ilgi çeken destinasyonu oldu. Normalde ilgisi oldukça düşmüş bulunan Doğu Ekspresi gerçekten altın günlerini yaşıyor. Kentli insanlarımız Ankara’dan her gün saat 18.00 de hareket ederek; Kırıkkale-Sivas-Erzincan-Erzurum ve Kars güzergahını ancak 24 saatte tamamlayan bu nostaljik yolculuğa aşırı ilgi gösteriyor. Bu ilgiden önce sadece 1 yataklı ve sadece 1 kuşetli vagonla seyahat eden Doğu Ekspresi grup taleplerine yetişemez hale getirmiş durumda. Sırada yetkililere göre 11.000 yolcu varmış. Şu an kapasitesinin çok üstünde seyahat ediyor; yani 5 yataklı ve 2 kuşetli vagonla. Trenin normal koşullardaki yük kapasitesi 380 ton iken artık ek seferlerden dolayı daha büyük bir lokomotifin eklenmesiyle yük 720 tona çıkmış bulunuyor.
Tren yolculuğu özellikle genç insanları çeker hale gelmiş; onlar da Kars Kültür gezisi tutkunu durumdalar. Yataklı vagonlarının camlarını rengarenk ışıklarla süsleyenlerden, kuşetli vagonlardaki iskambil oyunlarına, yemekli vagonlarda karnını 24 saat doyuranlarla bir çok “ritüel” oluşmuş durumda. Genç insanlarımızın Türkiye’nin doğusuna yaptıkları bu seyahatin bugüne değin oluşmuş yerleşik yargıları değiştireceğine inanıyorum. 
Yolculuk sonunda Kars tren garına gelen konuklar ya münferiden taksilerle ya da seyahat acenteleri eliyle rezervasyonları yapılmış bulunan otellerine doğru yol alıyorlar. Kars’taki etkinlikler ise; mutlaka Ani Harabelerinin ziyaret edilmesi, Çıldır Gölüne giderek donmuş göl üzerinde atlı kızak turlarına katılma, buzun kırılan yerlerinde “sarı balık” denilen; ve bildiğimiz Sazanlardan lezzeti itibariyle ayrılan balıkların heyecanlı yakalanma anının izlenmesi ve nihayet lezzetli sarı sazan balığın tadılması olarak sıralanabilir.
Ayrıca Sarıkamış gezisi ve Doğubayazıt İshakpaşa sarayının gezilmesi de kimi acentelerce veya münferiden yapılmakta. Kars merkezindeki 40 yıllık Rus hâkimiyeti sırasında inşa edilen Baltık mimarisindeki kesme taş yapıların gezilmesi ise Kars’ın Milli mücadele sonunda Türkiye’ye iade tarihi olan Brest-Litovsk antlaşmasının üzerinden 101 yıl geçmiş olmasına rağmen halen canlılığını ve ihtişamını korumuş durumda. Eski Valilik Binası, Defterdarlık Binası, tarihi okullar, Eski Opera Binası, demir Köprü ve pek çok başka bina yöredeki volkanik bazalt taşının büyük bir özenle kesilmesi ve üstün bir taş işçiliğiyle sizleri beklemekte.
Kısa bir süre önce açılan bir müze ise Kars gezilerine ayrı bir hava kazandırmış. Türkiye’de 46 tabya ile en fazla tabya bulunduran Kars şehrinin merkezinde bulunan “Kanlı Tabya” muazzam bir müze haline getirilmiş. Bir Rus baskınında şehit olan 200 askerimizin anıları ( ve çarıkları) çok canlı olarak ve teknolojik gerekler kullanılarak gösterilmektedir. Mutlaka ziyaret etmenizi öneriyorum.
 Tabii Osmanlı –Rus harbinden sonra bölgeye gelen Malakanların hikâyeleri, 93 harbinin, Sarıkamış Felaketinin ve Kafkas cephesinin hikâyeleri ile gezi daha da farklı anlamlar kazanıyor.
Kayakçıların da ilgisini çekecek olan Sarıkamış kayak bölgesini de ziyaret ediyor Kars yolcuları… Dileyenler telesiyejle zirveye çıkıyor, dileyenler kızakla eğleniyor, dileyenler de kar topu oynuyor…
Kars ili tarihinde hiç bu kadar Kültür Turistiyle karşılaşmamış. Doğal olarak hizmet verecek işletme sayısının azlığından dolayı bir yoğunluk yaşanmıyor değil. Yöresel ürünleri ve mutfağıyla da çok iddialı bulunan Kars şehri özellikle Kars Kazı, Piti Yemeği, elevik Çorbası ve Ketesiyle herkese ve her damak tadına hitap etmesini biliyor. Türkiye’nin her yerinde nam salmış Kaşar, Gravyer ve Çeçil peynirleri de ziyaretçi akımından nasibini almış durumda; birçok esnaf mal yetiştirmekte zorluk çekiyor.
Karsmania; Kars çılgınlığı olarak adlandırılabilir.

Baytatil

Safranbolu

İlk olarak Türk kültüründe şehir isimlerinin ilke olarak Türkçeleştirilmediği; ancak ayrılıkçılık tehlikesi gözlemlendiğinde yerel isimlerin Türkçeleştirildiği söylenebilir. Yerel isimler; Türkçe'mizin fonetiğine uydurulmak suretiyle bugünümüze kadar gelmiştir. Safranbolu adının ilk görüş Helen geleneğindeki “polis” , kent sözcüğünün “bolu” olarak değiştirilmesi sonucu oluştuğu görüşüdür.
Ancak Safran sözcüğü gerçek manasında kullanılmış; kentin adı “Safranşehri” olmuştur. Bir diğer görüşe göre kentin adı “Zafiranborglu” iken Safranbolu olmuştur.”Borglu” eki kale manasını taşımakta olup yine “Safrankalesi” manasında;  “borglu” ifadesi de “bolu” olarak değişmiştir.
Her iki görüşün ortak yönü safran tarımının çok önemli yere sahip olması gerçeğidir. Türkiyenin sadece bu yöresinde yetişmekte olan safran bitkisi (Crocs savitus) soğangillerdendir.

Ekim ayında çiçek açan safranın çiçeği mor renkli olup; içindeki turuncu renkli tepecikler toplanır. Bu işlem tek tek elle yapıldığı için çok zahmetlidir, bu yüzden tarih boyunca hep altından daha pahalı olmuştur.
Elle toplanan toz elekler üzerine yayılıp kömür ateşinde kurutulur.
10 gram safran için 1430 tepecik gerekir. Baharat olarak kullanıldığında içine katıldığı yiyeceklere sarı renk verir. (Ekmek, pilav, balık) Safran halen Safranbolu'da tüketilen meşhur bir Osmanlı tatlısı olan Zerde’de kullanılır.Yine eczacılıkta iştah açıcı ve sinir sistemi uyarıcısı olarak kullanılmaktadır. Yaygın kullanımı boyama işlemi için olup; kendi ağırlığının 100.000 (yüzbin) katı suyu kendi rengine boyar.( Budist rahip giysileri bu yolla renklendirilimiştir)

Karabük Demir Çelik fabrikasının 1937’de açılması ile birlikte köylülerin tercihlerini devlet kapısı yönünde kullanmaları sonucu safran tarımı bitme noktasına gelmiştir. Merkeze 28 km uzaklıktaki Davutoba köyünde sembolik safran tarımı yapılmaktadır.

Her yıl Eylül ayında “Altın Safran Belgesel Film Festivali” düzenlenmektedir.

Kızılırmak (Halys) ile (Philios) Bartın çayı arasındaki bölgenin adı Paflagonya olarak bilinir ve ilk tarihi yerleşimler M.Ö. 3000 lere kadar gider. Bölgeye tarih boyunca Gaslar, Hellenler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Çobanoğlu Beyliği ve son olarak Osmanlılar hakim olmuşturlar. Türklerin bölgeye girişi 1196 da 2.Kılıçarslanın oğlu Mesut Şah zamanında olmuştur. Osmanlılar Yıldırım Beyazıt zamanında 1392 yılında hakim olmuşlardır.
Safranbolu’nun Osmanlı idaresinde yetiştirdiği 3 önemli şahsiyet onu devlet nezdinde de itibarlı kılmıştır. Bunlardan ilki  Cinci Hoca veya Karabaşzade Hüseyin Efendi 17.yüz yılda yaşamış Osmanlı sarayının ünlü üfürükçüsüdür. Akli dengesi bozuk olan Osmanlı padişahı I. İbrahim‘i tedavi etmesiyle ün kazanmıştır.
Karabaşzade Hüseyin Efendi Safranbolu‘da doğdu. Cinlerle iletişim kurduğu gerekçesiyle ünü her yere yayıldı. 1642 yılında Kösem Sultan tarafından, Padişah I. İbrahim‘i tedavi etmesi için saraya davet edildi. Tedavisinin başarılı olması üzerine sadece büyük bir şöhret ve servet sahibi olmakla kalmadı, sarayda devlet işlerinde söz sahibi de oldu. Kendisine Sultan İbrahim tarafından Galata Kaymakamlığı verildi. 1645‘de memleketi olan Safranbolu’da halen otel olarak kullanılmakta olan, mimarlığını büyük ihtimalle Koca Mimar Kasım Ağa‘nın yaptığı Cinci Han’ı yaptırdı.
İkincisi sadrazam İzzet Mehmet Paşa (d.1743Safranbolu – ö.18 Eylül 1812 ManisaIII. Selim saltanatında 19 Ekim 1794 – 30 Ağustos 1798 tarihleri arasında üç yıl on ay on iki gün sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.
Üçüncüsü ise Kaptanıderya Salih Paşadır.
Yine Osmanlı devletinin en ünlü sadrazamlarından Köprülü Memed Paşa ‘nın memuriyeti esnansında Safranbolu’ya sürgün edildiği rivayet edilir. Hatta kendi adını taşıyan camii, sadrazamlığa terfi edildiği haberini aldığında vaktini geçirdiği dergahın yerine yaptırdığı ileri sürülür.
İpek ticareti güzergahında bulunan Safranbolu ticarette önemli bir rol üstlenir. El sanatları arasında bakırcılık, yemenicilik, el dokuma kumaşçılık, nalbantlık, saraçlık, semercilik ve ahşap işçiliğini sayabiliriz.
Safranbolu Osmanlı-sivil mimarisinin tüm kentsel dokuda korunmuş olması dolaysıyla 1976 da Kentsel Sit alanı (1200 tarihi ev var), 1994 de Unesco İnsanlığın ortak Mirası Listesine dâhil edilerek uluslararası olarak korunma altına alınmıştır.
Safranbolu evleri, taş temel üzerine kerpiç dolgulu ahşap yapılardır. Bölgenin kuzey Anadolu fay hattı üzerinde bulunması dolaysıyla ahşap yapıların güvenirliğinin tercih edildiği, 1950 lerdeki (beton ağırlıklı )kentleşmeye meyil etmeyen kentin ormancılık ve kerestecilik faaliyetleri de göz önüne alınarak ahşap yapı alışkanlığının Osmanlı evresi öncesinde de var olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim 3 odalı pontik yunan evleri de ahşaptandı ve bu geleneğin Türkler öncesinde de var olduğunun göstergesiydi.
Evlerin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz,
Kapı tokmakları ilginç olup, her kapıda 2 tokmak ve bir kilit bulunurdu. Kilidi ev sahibi, büyük tokmakları erkek misafirler, ince tokmağı kadın misafirler kullanırdı. Kapılar 2 kanatlı olup her kanatta birer halka asılıydı, halkalardan birine ip bağlanırdı. Bu ip gevşek bağlanırsa “..yakınlardayım birazdan evde olurum..” mesajı; sıkı bağlıysa “.. bugün uzaklardayım geç geleceğim..” mesaj verilirdi. Evlerin giriş kısımları taştan olup mahremiyet gereği penceresiz yapılırdı. Üst katları ahşap olan evlerin birer iç avlusu olurdu. Buraya hayat veya taşlık denirdi.( Yerler taş ise) Giriş katlar ambar, ahır, samanlık , odunluk ( kışlık odunlar yaz boyu güneşte kurutulurdu) olarak kullanılırdı. Bahçe yüksek duvarlarla çevrili olup bahçede asmalar, mevye-sebze yetiştirilirdi. Ahşap yapıların yangın riskine önlem olarak bahçelerde küçük bir havuz bulunması adettendi. Yangın anında su tedarikini sağlayan bu havuzlar meyve soğutmak ve bahçeye serinlik vermek için de kullanılmıştır.
Evler konumlandırılırken “göz hakkı-komşu hakkı” gözetilmiştir. Hiçbiri diğerinin güneş almasını engellemezdi.
İslam örfü gereği haremlik selamlık uygulaması evin bahçe katında sokağa çıkmayacak olan komşu kadınların birbirlerine ziyaretlerini sağlayan haremlik kapılarının varlığını zorunlu kılardı.
Orta kat kışlık olarak adlandırılırdı. Ortadaki oda sofa olarak adlandırılır ve kattaki tüm odalar buraya açılırdı. Burada mutfak, kiler ve yatak odaları mevcuttu. Bu odalardın hepsinde bir aileye gerekli yapılar mevcuttu. Örneğin dolap, yüklük, banyo vs gibi. Tavanlar yüksek olup tavan süslemeleri ahşap işçiliğinin güzel örneklerini sunar. Pencerelerde “muşabak” adı verilen kafesler mevcut olup yine islam yaşam tarzının mimari bir gereğidir. Yine haremlikle selamlık arasında küçük kubbeli ve dönen dolaplar mevcuttur. Bunları servis dolabı olarak da  adlandırabiliriz. Safranbolu yılın tüm dönemlerinde günübirlik olarak ziyarete dilebilecek harika bir destinasyondur. Hem kültüre hem damak tadına hem de görselliği ile büyülü bir kent.

Baytatil

Urfa Hakkında Kısa Bilgiler 3

  Harran Ulu Camii 8.yy. da son Emevi Halifesi 2.Mervan yaptırır, adı ‘Cami el Firdevs’(Cennet Camii)olarak geçer kaynaklarda. Doğu cephes...