Insanların inançları ile paralel ölüm merasimleri ve bu merasimlerin etrafında şekillenen defin, yas ve anma törenleri gelişmiştir.Eski Türklerde öldü demek için ‘ kergek oldu ‘ ‘gerekenle buluştu’ deyimleri kullanılmış. Göktürkler'de ‘uçarak gitme’ ruhun uçup tanrı katına gittiğine karşılık geliyordu Ayrıca bedeni terk eden ruhun ağızdan çıkarken kuşa dönüştüğüne inanılırdı.Eski Türklerde üç tip ölü gömme görüyoruz :
Toprağa gömülme;en sık olanıdır.Sırtında elbisesi olur ve silahları, şahsi eşyalarıyla beraber gömülürdü.Ölü ev şeklinde açılan bir mezara konur, eline içki dolu (olasılıkla kımız) bir çanak verilirdi.Mezarlar kurgan olarak anılıyor ve kurganlar daha çok statü bakımında ön planda olan şahıslar için hazırlanıyordu.
Kırgızların Manas Destanı'nda Han Köketay’ın cenaze töreni şöyle anlatılır:
"Ey benim Ulusum,gözlerim yumulduğu zaman, vücudumu kımızla yıkayın, etimi kılıçla kemiklerinden sıyırın, kemiklerime zırhımı giydirip, deri ile sarın. Dörtyolun ağzındaki türbem mavi göğe benzer mavi kubbeli, aya benzer bir yapı olsun."
Toprak kutsal sayıldığı için toprağa gömme daha yaygındır.Şaman Türkler, zayıf çocukları güçlensinler diye toprağa bastırırlarmış.
Türklerde savaşta ölmek büyük şerefken hastalık ya da yaşlılıktan ölmek makbul görülmemektedir.
Mezarlar dağlık ve ormanlık alanlar ve akarsu vadilerine yapılırdı. Marco Polo büyük Tatar hanları ve soylularını 100 günlük mesafede dahi olsa Altay Dağı’na gömdüklerini söyler. Yüksek dağın nedeni Tanrı’nın gökyüzünde yaşıyor olması ve böylelikle ona daha yakın olmak isteğidir.Her boyun ve ovanın kendine ayrılmış kutsal dağı olurdu.
Suya gömülmedede suyun günahları temizlediği inancı yatmaktadır. Atilla'nın da bir ırmağa gömüldüğü rivayet edilir. Yakılma ;daha seyrektir.Burada da ateşin ölüm ve ölenin etrafta bıraktığı kötü etkiye kaldırdığı inancı yatar. İran'da ateşe tapılırken Göktürkler'de ateş bir çeşit büyüydü;i kötülüklerden arındıran ,kötü ruhları kovan..
Cesedin terk edilmesi;bu yöntemde ölü ,ağaçlar üzerine ya da yere çakılmış kazıklar üzerinde bir tabut içinde bırakılırdı.Bunda da ölümden kaçma uzaklaşma fikri yatar. Defin işlemi her zaman yapılmaz yılın belli dönemlerinde olurdu.İlkbaharda ölenler sonbaharda, kışın ölenler ise ilkbaharda defnedilirdi.Bu bekleme sürecinde ölüye mumyalama işlemi yapılırdı. Ölünün arkasından kurbanlar kesilir ve çadırın önüne bırakılırdı. Bazen ölünün akrabalarının yüzlerini keserek ağladıkları da olurdu ,yine saç ve sakal kesmek geleneği de oldukça yaygındı, ölen kişinin eşinin ve çocuklarının saçlarını örüp kesip mezarın içine bıraktıkları da bilinmektedir.Birçok kültürde olduğu gibi Türklerde de yas tutan kişiler genellikle siyah bazen de mavi renk giyinirlerdi.Yine ölümden sonraki hayatın ters olduğunu düşünen Türkler özellikle Kırgızlar ,mezara bırakılan ölünün atının üzerindeki eyer de ters giydirilirdi. Bu yüzden cenaze törenlerini akşam ya da gece yaparlardı ki öteki dünyada gündüz olsun diye.Kurganlardan çıkarılan at cesetlerinin de kuyruklarının örgülü olması ölen kişinin savaşçı ve yiğit bir insan olması anlamına geliyordu.Ölüyü eşyaları ile gömdükleri gibi atlarıda eyerleri ve koşum takımları ile birlikte gömmüşler.Eski Türklerde kurban geleneği; kanlı kurban ve kansız kurban olarak iki çeşittir.Kansız kurbanda hayvan en az kanı akıtılacak şekilde kurban edilirdi ,örneğin atların kafalarına sert bir cisimle vurularak kurban edilmeleri gibi..Kurganlarda yapılan kazılarda bazı atların yüzünde maske olduğu görülmüştür ,bu Çin'de yaygın olan bir gelenektir ve Türklerde onlardan etkilenmiş olmalıdır. Yine kazılarda kırmızı renkte aşı boyasının ölüye sürüldüğü görülmüştür, kırmızı kanı temsil ediyor ve dirilmenin de hayat sıvısı olan kandan gerçekleşeceği düşüncesiyle ölülerin yüzleri boyanmıştır.Cenaze törenleri yuğ ve yağ olarak adlandırılırdı.Savaşçı bir toplum yapısına sahip olan Türkler savaşta öldürdükleri düşman sayısı kadar mezarlarına Balbal adı verilen heykeller dikmişlerdir.Bu ölümden sonra düşmanlarının kendilerine hizmet edeceği düşüncesinden geliyordu.Bu heykeller kabaca yontulmuş ,belden yukarısı tasvir edilmiş, çoğu zaman elleri önlerinde birleşmiş vaziyette betimlenmiştir.Başlangıçta taştan yapılan heykeller ve balballar 6.yüzyıldan itibaren yaygın olarak görülmeye başlamıştır ,13. Yüzyıldan sonra ise ağaçtan yapılmaya başlanmıştır.
Balballardan farklı olarak ‘taş baba’ ve ‘taş nine’ diye adlandırılan ve mezardaki ölüyü temsil eden taş heykellerde yapılmıştır.Bunlarda tüm uzuvlar belirgin ve detaylı şekilde tasvir edilmiştir. Bu gelenek 20. yüzyılda Anadolu’nun bazı bölgelerinde de devam etmiştir. Kayseri, Çıldır, Ardahan bölgesindeki Sünni mezarları ve Mersin bölgesinde Tahtacı Türkmenleri ait olan alevi mezarlarında bu taş heykellerin örnekleri mevcuttur.
İslamiyeti kabul eden ilk Türk Devleti Karahanlılar döneminden itibaren türbe adı verilen mezar anıtları yapılmaya başlanmıştır.Bu gelenek Gazneli,Büyük Selçuklu ile devam etmiş türbe,kümbet olarak adlandırılmıştır.Anadolu Selçuklularında taş baba,taş nine geleneği sürmekle beraber figürlü mezar taşlarıda yapılmıştır.(Örnekleri Konya İnce Minareli Medrese’de vardır.)
Arzu Öztürk
Yun/İng Rehber